Kanla akan her zaman, tarihi geriye sarar. Hele o kanın sahibi Kadınlar ve çocuklar ise orada durmaya başlamıştır yaşam. “Uygar medeniyetler” seviyesine ulaşmak için yapılan her çaba nafiledir. Bizim coğrafyamız uygarlığın ilk zamanlarından bu yana çocukların ve kadınların kanıyla sulanmıştır. Ve bu kıyım ne yazınki halen sürmektedir. Dünyanın birçok bölgesinde de durum farklı değildir, yalnızca dozajı değişmiştir. Bu farkın sebebi de kadınların dünya tarihine yön vermek için giriştiği amansız mücadeledir. Bu topraklarda kadınların mücadelesi daha ana rahmine düşüp cinsiyetleri belli olduğu gün başlamıştır. Yaşamda kadın olarak var olabilmek en büyük savaşlardan biridir. Bizler onların yazdığı tarihin arka perdesinde kalanlarız ama buna rağmen gölgemiz üzerlerine düşmüştür perde bir gün tamamıyla açıldığında ise o gün uygarlığın ilk gerçek adımı atılacaktır. Bunun gerçekliğini, her gün çıkan fetvalarla, namusla, töreyle bastırmaya, hayatın her alanından uzaklaştırılmaya, sözde uygarlıkları gereği koydukları, “eşitlik” kavramıyla, içi boş teslimiyetlerle erkekleştirilmeye çalışılan, her dakika katledilen tüm bunlara karşı savaşan, kazanan, devrimin en ön saflarında yer alan ve o yıkımın ardından düşlerindeki yaşamı elleriyle var eden Rojava Devrimi Kadınlarında da görebiliyoruz. Bu dönemdeki bizleri yok etmeye çalışan kadın düşmanı zihniyet ile;
“…. Beni bir kadın olarak yaratmadığı için Allah’a şükürler olsun.” Diye dua eden, kadının tanıklığını ‘’cinsin uçarılığından ve kendini bilmezliğinden ötürü’’ mahkemelerde kabul etmeyen,’’ kadın her konuda erkekten aşağıdır. Bu yüzden kadın otoriteye itaat etmelidir, çünkü Tanrı iktidarı erkeğe vermiştir’’ diyen, cadı avları adı altında dünyayı değiştirecek kadınları yok eden M.S. 370-415 yıllarındaki zihniyet arasında nasıl bir fark vardır? Bu zihniyette nasıl bir gelişme vardır?İşte tama bunların ortasında İskenderiye de bir kadın yaşamıştır.’’ Bir an önyargılarımızı bırakırsak nasıl bir dünya çıkar karşımıza?’’ sorusunu kendisine ve çevresine sorarak bir tohum atmıştır toprağa. Felsefe ve matematik ile uğraşmıştır. Mantığı esas almıştır. Bir okul açmış orada dersler vermeye başlamıştır. Aynı zamanda İskenderiye kutup hanesinin müdiresidir. Doğma düşüncelerin hep karşısında yer almış, döneminin öncü kadınlarından olmuştur. Çok büyük baskılara maruz kalsa da erkek egemen zihniyetle hep savaşmıştır. Salt kadın olduğu için, din dogmatizmine karşı bilimi savunduğu için dinsizlik, büyücülük, cadılık ile suçlanmıştır.
O ise yılmadan kurulan halk meclislerinde çıkıp ‘’Hiçbirimiz birbirimize benzemiyoruz. Ama bizi birleştiren şeyler, bizi ayıran şeylerden fazladır. Hepimiz kardeşiz.’’ Demiştir. Sonrasında vahşice katledilmiş, çırılçıplak bedeni İskenderiye sokaklarında gezdirilip parçalanmış ve İskenderiye kütüphanesi ile birlikte ateşe verilmiştir. Ama attığı tohum filizlenmiş, adını tarihe İskenderiyeli Hypatia olarak kazmıştır. Bu gün cansız bedeni günlerce bekletilen Taybet Ana’dan, aynı sokaklarda sürüklenerek katledilen Ekin Wan’a ve İskenderiye sokaklarındaki Hypatiaya kadar görülmüştür ki o zihniyet daha da iğrençleşerek süregelmiştir. O sokaklarda yalnız bedenler değil, katledilen tüm kadınlarınla birlikte onların fikirleri, koca bir tarih, kardeşlik,ataerkiye karşı savaşta da parçalanmak istenmiştir. Ama görülmüştür ki o sokaklarda parçalanan katliamların uygarlık ve insanlık maskeleri buna göz yumanların vicdanı olmuştur. İşte tam da bu yüzden kadınsız tarih geriye akar!
Tarihin tüm savaşçı kadınlarından bizlere ise onların düşünceleri, dirençleri umutları miras kalmıştır. Bir gün biz kadınlar mezarlardan, zindanlardan ,evlerden çıkıp sokaklardaki parçalarımızı toplayacağız. O büyük gün Hypatianın anlattığı, Rojava Devriminin kadınlarının kurmaya başladığı dünya ile tarih birde kadınların kaleminden yazılacak.
O kalemden eşit, adil, kansız ve yeşil bir yaşam fışkıracak!
Gizem Ziştoylu – Antalya L Tipi Hapishanesi
