Kamuoyu peş peşe gelen çocuklara saldırı haberlerini tartışıyor. Küçücük çocukların kaçırıldığı, kaybolduğu, saldırıya uğrayıp katledildiği bilgisi yandaş basın ve sosyal medyada yankılanmaya başlarken çocuklara ait fotoğraflar da sosyal medyada dolaşıyor. Herkes sanki ilk kez karşılaşıyormuşcasına öfke nöbetlerine tutulurken, büyük şehirlerin kenar mahallelerine, taşra şehir ve kasabalarından yeni saldırlar, bu saldırılara kalkışanlara yönelik linç hareketleri gündeme oturuyor. Toplum baştan aşağıya çürüyüp utanç içinde yaşamaya iteklenirken, bütün saldırılar sapkınlık ve hastalık üzerinden açıklanarak devlet ve toplum kendini aklamaya çalışıyor.
Acı olan bir yandan çocuklara yönelen vahşi saldırılar artarak sürerken öte yandan mahkemelerin, bu mahkemeleri yönlendiren devlet yetkililerinin, bu yetkililerin beslendiği kendine dindar diyen ve bu dindarlığın akıl hocalığını yaptığını iddia eden kişilerin bu saldırıları meşru gören açıklamalar yapmaya devam ediyor olmasıdır. 16 yıllık AKP iktidarının ülkeyi getirdiği nokta bir vahşet dünyasından başka bir şey değildir. Ülke belgesellerde bile görülmeyen bir vahşetin içinde debelenirken, toplum her çeşit değer ve ahlak duygusundan koparılmış bir şekilde cangılın ortasında yaşıyor görüntüsü veriyor. Ülke işçi ve kadın cinayetlerinde, son olarak ise çocuk istismarında dünya rekorları kırmaya devam ediyor. Yapılan açıklamalarda son 10 yılda istismara uğrayan çocuk sayısı 250 bin olarak veriliyor. Türkiye çocuk istismarında dünyada 3. sırada yer alıyor. Herkes biliyor ve kabul ediyor ki bu rakamlar mahkemelere ya da hastanelere yansıyan rakamlar. Gerçek rakam bilinenden kat be kat fazladır.
Tüm bunlar ortadayken mahkemeler çocukların hamile bırakılıp yasa dışı şekilde doğum yapmasını, bu doğumları kayıt altına almayarak gizleyen ve normalleştiren hastane yönetimi ve doktorları aklayan kararlar almakta hiç bir kaygı duymuyor. Devletin bakanları, AKP’nin yöneticileri ve kendine din hocası sıfatı takan ahlaksızlar sürüsü televizyonlardan, gazetelerden hiç sıkılmadan çocuklara yapılan saldırıları meşrulaştırmaya devam ediyorlar. Çocuklara yönelen bu hayasızca saldırının sorumluluğunu çocukların anne babalarına yıkarak kendi kirlerini ve kokuşmuş zihniyetlerini hiç gizleme ihtiyacı duymadan aklamaya çalışıyorlar.
Çocuklara yönelen saldırıların artan oranda görünür hale gelmesiyle beraber kendine demokrat ve solcu sayanlar dahil toplumun genel bir kısmı çözümü idamda ve hadım etmede aramaya başladı. Suçun toplumsal boyutunu görmezden gelen bu bakış açısı sorunu çözmek bir yana suçu kişiye ve kişinin hastalığına atarak kendi kişiliğini ve bu kişilik nezdinde toplumu aklama çabasından başka bir anlama gelmemektedir. Bu çeşit çözüm önerileri bir bütün olarak toplumun içine girmiş olduğu çürümeyi, bu çürümenin toplumsal kökenlerini anlamadığı için hiç bir şeyi çözemeyeceği gibi bu çürümenin ve saldırıların asli sorumlusu olan saray ve sarayın ideolojisini tamamen gizleyecektir. Şimdiye kadar bütün toplumsal vicdanı karartan olaylarda olduğu gibi bu durumda da muhtemelen saray medya eliyle yürüttüğü algı operasyonu üzerinden aslında toplumsal hareketi tamamen sindirmenin araçlarından biri olan ve insan hakları adına insan haklarının en temel ilkelerini yok sayan idam, işkence ve linç uygulamalarını yasalaştırmaya çalışacaktır.
AKP Türk, Sünni, Erkek bir devlet kurmak için adım adım hamlelerini yaparken toplumsal sınıflar ve kesimler bu saldırılara bütünlüklü bir cevap vermekte yetersiz kalmıştır. Yaşanan çürümenin sorumlularından biri bu yetersizliktir. Çocuklara yönelen saldırı, bu saldırının saray katında meşrulaştırması hatta devlet eliyle teşvik edilmesi bir utanç durumunu ortaya çıkarıyorsa bu utancı büyüten toplumun geniş kesiminin bu saldırıları sessizlik içinde izliyor olmasıdır. Gelecek kuşaklar bugün yaşayan nesilleri bu saldırılardan bire bir sorumlu tutmasa da bu saldırılara sessiz kalarak bunların yaygınlaşmasına ve süreğenlik kazanmasına seyirci kalmaktan sorumlu tutacaktır.
Bu noktada tartışılması gereken çocukları hedef alan saldırganların nasıl ve hangi yöntemlerle cezalandırılacağı değil toplumun bütün duyargalarını kanatan, saldırganlığın nasıl bir bütün olarak engelleneceği olmalıdır. Doğal olarak yapılması gerek temel işlerden birisi çocukları hedef alan cinsiyetçi saldırganlığı kışkırtan siyasal iktidar ve onun hegemonik araçlarına karşı direnişi büyütmek, erkek şiddetine ve saldırısına karşı öz savunma dahil dayanışma ve direnişi geliştirmek olmalıdır. İlk elden devreye konulabilecek uygulamalardan birisi toplumsal örgütlülüğün yükseltilerek, çocukların yaşam yerlerinin güvenceye alınması olabilir. Bu vahşi saldırganlık ilk elden gelişkin bir örgütlülükle durdurulabilir. Ancak kabul edilmelidir ki saldırının arkasında kadın bedenine yönelik her çeşit saldırıyı meşrulaştıran saray tarafından kurulan toplumsal yapı ve hegemonik dünya vardır. Yıkılması gereken burasıdır.
Devrimci Parti toplumu yaşanan bu çürümeye karşı duyarlı olmaya; çocukları ve kadınları hedef alan cinsiyetçi, erkek saldırısına karşı mücadeleyi yükseltmeye, sarayın bütün toplumu içine düşürdüğü bu utanca itiraz etmeye, utanç içinde yaşamaya karşı çıkmaya, sesini ve eylemselliğini yükselterek utanca ortak olmamaya çağırır. Herkesi ülkenin vahşi bir cangıla dönüşmesine karşı onurunu ve hayatını korumak adına çocukların can ve onur güvenliği, geleceğine sahip çıkmak için bu gününü korumak, geleceğini kurtarmak adına saraya, sarayın yaşattığı kokuşmaya karşı sarayı yıkmak, bataklığı kurutmak adına mücadeleye çağırır.
