2021 yılında Belarus Polonya sınırında Avrupa’ya geçmek isterken Polonya sınır muhafızları tarafından vahşi saldırılara uğrayan Ortadoğulu ve Afrikalı göçmenlerin görüntüleri o günlerde tüm dünya basınına yansımıştı. Polonya insan hakları kurumlarının verdiği bilgilere göre, bu saldırılarda 49 göçmen yaşamını yitirdi, 200 göçmen kayıp, akıbetleri hakkında herhangi bir bilgi yok.
Polonya’nın tanınmış kadın yönetmeni Agnieszka Holland 2021 yılında yaşanan bu vahşeti yeni filmi Yeşil Sınır ile perdelere taşıdı. Yeşil Sınır geçtiğimiz ay Venedik Film Festivalinde Jüri Özel Ödülünü kazandı. Bu hafta Polonya’da sinemalarda gösterime girecek. Filmin Polonya’da gösterime girecek olması Polonya hükümeti ve faşist örgütler tarafından tepkiyle karşılandı. Faşist örgütler filme ve yönetmene karşı gösteriler düzenliyor. Filmin gösteriminin engellenmesi amacıyla faaliyet yürütüyor.
Holland Guardian gazetesinin yaptığı söyleşide filmine yönelik tepkilerin bu denli şiddetli olmasına şaşırdığını söylüyor, oysa Polonya hükümetinin ve faşist örgütlerin bu tepkisi hiç şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı olan, Polonyalı yönetmenin söyledikleri. Yönetmenin söyledikleri şaşırtıcı çünkü 11 Ekim 2017’de Varşova’da düzenlenen “Polonya Bağımsızlık Günü” yürüyüşüne 60 bin kişi katıldı. Kökleri 1930’lara uzanan faşist Ulusal Radikal Kamp adlı örgütün düzenlediği bu yürüyüşte, “Tanrı Onur Ülke”, “Beyaz Polonya”, “Saf Polonya”, “Göçmenler Ülkeden Atılsın”, “Temiz Kan” sloganları atılıyordu. Yürüyüşçülerin bir kısmı ellerinde üzerinde “Kardeş Ulusların Beyaz Avrupası” yazısı bulunan bayraklar taşıyordu. Bu yürüyüşte atılan sloganlar, kullanılan semboller Batı basınında geniş ölçüde “şaşırtıcı” bulunmuştu.
Faşist Ulusal Radikal Kamp adlı örgütün askeri birimleri İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı yıllarında bölgede büyük ölçekli Yahudi katliamları düzenlemişti. O günlerde Batı basınında yapılan yorumlarda, 2017’deki yürüyüşte atılan slogan ve afişlerde eski Yahudi karşıtlığının yerini İslam karşıtlığına bıraktığına dikkat çekiliyordu. O dönem yürüyüşle ilgili haberlerde, Polonya’da iktidarda bulunan Hukuk ve Adalet Partisi’nden de yürüyüşe geniş bir katılım sağlandığı vurgulanmıştı. Polonya Devlet Televizyonu TVP yürüyüşü, “vatanseverlerin büyük yürüyüşü” şeklinde anons etmişti.
Polonya İçişleri Bakanı Mariusz Blaszczak yürüyüş hakkında keyifli bir biçimde “bu çok güzel bir görüntü, Polonyalıların tatil olan bu Bağımsızlık Günü kutlamasında yürüyüşte yer almaya karar vermesinden gurur duyuyoruz” diyordu. Polonya’da iktidar partisinin bu yürüyüşü düzenleyenler ve diğer faşist partilerle yakın ilişkileri olduğu biliniyor. Böyle olduğu için, yürüyüşün yapıldığı güzergaha yakın bir mesafede toplanan ve yürüyüşü protesto etmek isteyen küçük bir anti-faşist kadın grubu polisin saldırısına uğramış, dövülerek gözaltına alınmıştı.
Dediğimiz gibi, filme karşı Polonya’da yükselen tepkiler hiç şaşırtıcı değil.
Faşist gösteriyi öven ve kutsayan aynı parti halen iktidarda. Ekim ayında Polonya’da seçimler var. Film hakkında açıklamalar yapan Polonya Adalet Bakanı Zbigniew Ziobro, filmi “Polonyalıları haydut ve katil olarak gösteren” bir Nazi propaganda filmine benzetti. İçişleri Bakan Yardımcısı Błażej Poboży ise filmi “Polonya devleti ve Polonyalılar için zararlı” olan “iğrenç bir iftira” olarak nitelendirdi. Bakan Ziobro bu açıklamasından sonra gelen bir soru üzerine henüz filmi izlemediğini de itiraf etti. Polonya hükümetinin 7 yıl önce olası bir Rusya savaşı için kurduğu 35.000 kişilik özel para-militer ordunun asli insan kaynağının bu faşist örgütler olduğu biliniyor. Ukrayna Rusya savaşına “gönüllü” statüsünde katılan grupların en kalabalığı Polonyalılar. Şu ana dek 5000 civarında Polonyalının Ukrayna’da savaşta öldüğü bildiriliyor. Bunların çoğunluğu kurulan para-militer ordunun mensuplarıydı.
Filmi “bir Nazi propaganda filmine” benzeten bakan Doğu Avrupa’da uzun zamana yayılmış karşı-propaganda ögelerinden birini dile getiriyor. Bakanının partisinin yakın ilişkilere sahip olduğu faşist örgütler geçmişte Nazi ordusu saflarında savaşmıştı. Nazi ordusu bu örgüte üye faşistlerden özel birimler oluşturmuştu. Uzun zamana yayılan emperyalist propaganda sürekli olarak yaşananları çarpıttı, bölgedeki faşist unsurları beyaza boyadı, onların Nazi işbirlikçiliklerini “vatanseverlik” olarak sunarak görünmez kılmaya çalıştı.
Filme dair bir açıklama Polonya Devlet Balkanı Andrzej Duda’dan geldi. Duda’nın açıklaması aslında sınırdaki ırkçılığın ve vahşetin örtük bir kabulünü içeriyor. Duda filmi eleştirerek, Rusya’nın Ukrayna’daki savaşına Polonya’nın verdiği tepkiyi konu alan bir film yapılmasının daha iyi olacağını söyledi. Ona göre: “Milyonlarca Polonyalı kalplerini açtı ve Ukraynalıları evlerinde ağırladı. Bugün bu insanlar, ünlü bir yönetmenin Polonyalıların kalplerini açmasıyla ilgili bir film yapmak yerine Polonyalıları ve Ukraynalıları karalayan bir film yaptığını gördüklerinde ne hissediyorlar?”
Görüldüğü gibi, filmde konu edinilen Ortadoğulu ve Afrikalı göçmenlere dönük ırkçılık yerine Ukraynalı göçmenlere gösterilen dostluğun tercih edilmesi gerektiği vurgulanıyor. Zaten Ukraynalı göçmenlerle birlikte Avrupa’ya gitmek isteyen Ortadoğulu ve Afrikalı göçmenlere uygulanan ayrımcılık, maruz kaldıkları ırkçı şiddet tüm dünyanın gözleri önünde yaşandı. Bu konuda asıl vurgulanması gereken temel nokta, Polonya’da faşizmin derin köklere dayanan geçmişi ve emperyalizmin jeo-politik öncelikleri doğrultusunda beslenmesi ve büyütülmesidir.
Polonya’da yapılan kamuoyu araştırmalarına göre, 2017 yılında göçmen karşıtlığı yüzde 23’ten yüzde 75’e yükselmişti. Bunun temel nedeni hükümetin o yıl düzenlediği büyük göçmen karşıtı kampanyalardı. O yıl Polonya’ya toplam 1475 göçmen başvurusu yapılmıştı ve başvuruların ezici çoğunluğu Ukrayna ve Rusya’dandı. Polonyalıları rahatsız edecek düzeyde bir “koyu renkli” ya da “Müslüman” göçmen akını yoktu. Var olanlarsa Polonya’da kalmak için değil buradan Batı Avrupa’ya geçmek isteyenlerdi. Polonya’da ırkçılığa ve faşizme açılan geniş alan esas olarak Rusya’ya karşı bir savaş hazırlığının bir parçasıydı.
Princeton Üniversitesi’nde Tarih Profesörü olan Jan T. Gross Polonya’daki Yahudilerin tarihi üzerine çalışmalar yapıyor. Polonya’da gerçekleşmiş Yahudi katliamları hakkında araştırmaları ve bu konuda bir kitabı bulunan Gross Varşova’daki yürüyüş hakkındaki yazısında , “Anti-semitizm Polonya milliyetçiliğinde derin kökleri olan yerleşik bir unsurdur” diyordu. Gross, İki savaş arası dönemde Polonya’da büyük Yahudi katliamları gerçekleştiren faşist unsurların günümüzdeki rehabilitasyonu konusunda örnekler veriyor ve soykırımda katledilen Yahudilerin yarısının Polonya Yahudisi olduğunu söylüyordu.
Dahası bugünkü Polonya hükümetinin büyük destek verdiği Ukrayna hükümeti, 2. Emperyalist savaşta büyük Yahudi, komünist ve Polonyalı katliamları gerçekleştiren Stepan Bandera önderliğindeki Ukrayna faşistlerini kendine tarihsel önder olarak alıyor. 2. Emperyalist savaşta yüzbinlerce Polonya kökenli Ukraynalıyı etnik temizlik hedefiyle katleden Stepan Bandera’nın ismini önemli bina ve caddelere veriyor. Polonya hükümeti bir taraftan Polonya kökenlilerin Bandera yandaşları tarafından toplu katledilmesini kınarken bir taraftan da Bandera’yı ulusal önder olarak kabul eden Ukrayna güçlerine büyük destek sunuyor, tıpkı onların Polonya’daki muadillerine yaptığı gibi. Böyle olduğu için Prof. Gross Polonya’da yaşananları “faşizmin evcilleştirilmesi” şeklinde tanımlıyor.
“Faşizmin evcilleştirilmesinin” en çarpıcı örneklerinden biri dün Kanada’da görüldü. Birleşmiş Milletler Zirvesi için ABD’de bulunan Ukrayna devlet başkanı Zelensky buradaki toplantıların ardından Kanada’ya gitti. Zelensky Kanada Başbakanı Trudeau ile birlikte Ottova’da bir parlamento oturumuna katıldı. Bu oturumdan basına yansıyan fotoğraf ve videolarda tüm parlamenterlerin ayakta alkışlayarak Zelensky’nin yumruğunu havaya kaldırarak selamladığı biri vardı. Ayakta alkışlarla selamlanan kişi Batı basınında “Ukraynalı-Kanadalı savaş gazisi, kahraman Yaroslav Hunka” olarak tanıtıldı. Onun “2. Dünya Savaşında Birinci Ukrayna Tümeninde” savaştığı ve savaş sonrası Kanada’ya yerleştiği belirtildi.
Batı basını hadiseyi böyle haberleştirdi ancak Birinci Ukrayna Tümeni olarak adlandırılan birimin aslında 1. Galiçya Tümeni olarak da bilinen SS 14. Waffen Grenadier Tümeni’ydi. Çoğunluğu Ukraynalılardan oluşan bu tümen Nazi ordusunun bir birimi olarak işgalci saflarında savaşan faşistlerdi. Kızıl Ordu’ya karşı Nazi saflarında savaşırken Nazilerle birlikte bölge halklarını topluca katletmişlerdi. Yaroslav Hunka’nın kendisi 1. Galiçya Tümeninde savaştığını yazmış ve Almanya’da eğitim aldıkları dönemde çekilmiş fotoğraflarını yayınlamıştı. Yazıda yer alan fotoğrafta ortadaki kişi Hunka’dır.
Hunka Kızıl Ordu’ya karşı Nazi saflarında savaşan bir katliamcı olduğu için Kanada parlamentosunda ayakta alkışlandı. Ukrayna savaşıyla birlikte yüzlerdeki maskeler böyle çıkarılıp atılıyor. Hunka 1. Galiçya Tümeni’ne 1943’te Batı Ukrayna’da Ternopil’de katıldığını yazıyor. Bir Nazi işbirlikçisi faşist katilden “kahraman” yaratmak ve onu ayakta alkışlamak artık Batı’nın yeni normali. Hunka Kızıl Ordu’nun faşizmi ezmesinden sonra Batılı müttefikler tarafından Kızıl Ordu’ya teslim edilmeyip Kanada ve ABD’ye kaçırılan unsurlardan biri. Kanada’ya kalabalık bir Ukraynalı savaş suçlusunun yerleştirilip Soğuk Savaş’ta Sovyetler Birliği’ne karşı kullanıldıkları biliniyor. Daha önce örtük olarak yürütülen bazı faaliyetlerin bu düzeyde açıklık kazanması Ukrayna Rusya savaşının sonuçlarından biri.