Cenk Ağcabay, Umut Yazıları

Nehirden Denize Filistin özgür olana dek direniş sürecek – Cenk Ağcabay

Siyonist askeri aygıt yıllardır Suriye’yi bombalıyor. Bundaki temel amacı, Suriye’deki temel müttefiki olan Cihatçı çeteleri güçlendirmek, Suriye’yi zayıflatmak. İsrail’in bu saldırılarında yüzlerce Suriyeli yaşamını kaybetti. Siz bu konuda bugüne dek hiç, “Batı’nın kurallara dayalı uluslararası sistem” savunucularından herhangi bir kınama ya da eleştiri duydunuz mu? Duyamazsınız… Oysa Birleşmiş Milletler “kurallara dayalı uluslararası sistemin” bir kurumu. Suriye’de onun bir üyesi.

Duyamazsınız, duyacağınız, “İsrail’in kendini savunma hakkının” kutsallığıdır. O Gazze’yi, Suriye’yi, Lübnan’ı bombalayabilir, işgal edebilir. Batı Şeria’da Filistinli gençleri her gün infaz edebilir. Bu özgürlüğünü emperyalizmin Ortadoğu’ya yerleştirilmiş kullanışlı petrol bekçisi ve savaş aygıtı olmasından alır. İsrail yerleşimci sömürgecilik modelinin emperyalizm eliyle bölgeye yerleştirdiği bir savaş aygıtıdır. Ona bundan daha fazlasını atfetmek ona sahip olmadığı misyonlar yüklemek demektir. Emperyalizme yanaşmak için bunu yapan çoktur.

Dün sabah Hamas ve Filistin direniş güçlerinin Gazze şeridi sınırından başlattığı operasyonlara gelen tepkiler, Filistin meselesinin temellerine ilişkin bir dizi anımsatmayı zorunlu kılıyor. 15 Mayıs 2018 günü Amerikan elçiliğinin Kudüs’e taşınması nedeniyle düzenlenen törende Amerikalı ve İsrailli üst düzey yetkililer buluşmuş, zaferlerini kutluyordu. Törende konuşan Amerikalı ve İsrailli tüm yetkililer ve din görevlileri aynı noktalara vurgu yapıyordu. İsrail’in gerçek başkenti Kudüs’tü, çünkü 3000 yıl önce burası Yahuda ve İsrail devletinin başkenti idi. Bu törenle, bir tarihsel yanlış düzeltiliyor, “hakikat” tecelli ediyordu.

Törende alkışlar altında bu konuşmalar yapılırken, törenin yapıldığı yere 75 km uzaklıkta, İsrailli onurlu akademisyen Ilan Pappe’nin bir kitabına koyduğu başlıkla “Dünya Üzerindeki En Büyük Açık Hapishane” olarak karakterize olan Gazze sınırında bu açılış törenini protesto etmek ve yıllar önce atıldıkları ülkelerine geri dönme hakkını talep etmek için toplanan Filistinlilere açılan ateş sonucu ölü sayısı 200’ü, yaralı sayısı 2000’i geçmişti. Bu, barış ve kardeşliği hedefleyen öyle bir törendi ki, başlamasından birkaç saat önce İsrail savaş uçakları Gazze’yi bombalamıştı. Gazze, Pappe’nin ifadesiyle “Dünya Üzerindeki En Büyük Açık Hapishane” idi ama diğer hapishanelerden önemli bir farkı vardı: Bu hapishanenin üzerinden bomba hiç eksik olmuyordu. Zaten Pappe’de bu gerçekleri cesurca dile getirdiği için, Tarih Bölüm Başkanı olduğu İsrail üniversitesinden atılmış, ölüm tehditleri nedeniyle ülkesini terk etmek zorunda kalmıştı.

Amerikan elçiliğinin Kudüs’e taşınmasının zamanlaması son derece sembolik ve önemliydi. Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında sömürgeci kontrolü altına giren Filistin’deki son İngiliz Yüksek Komiseri Alan Cunningham’ın 14 Mayıs 1948 günü Filistin’den ayrılması ve İngiliz bayrağının indirilmesinden birkaç saat sonra David Ben Gurion, İsrail devletinin bağımsızlığını ilan etmişti. Gurion’un İsrail devletini ilanından 11 dakika sonra, dönemin ABD Başkanı Truman’ın, ABD’nin İsrail’in kuruluşunu tanıması için yetkililere talimat verdiği söylenir. Ben Gurion’un ilanı, Filistin halkının Nakba (Büyük Felaket) olarak adlandırılacak ülkesinden askeri şiddetle atılma ve komşu ülkelerde mülteci olarak yaşamaya başlama sürecinin en kritik noktasıydı.

İsrail’in kurulduğu ve Filistin halkının etnik temizlik operasyonlarıyla ülkesinden sökülüp atıldığı günlerde yapılan bir İsrail kabine toplantısında bazı bakanlar endişeliydi. Uygulanan şiddetin yüksekliğinden ve sert etnik temizlik operasyonlarından duydukları rahatsızlığı dile getirdiler. David Ben Gurion bakanlarını azarladı ve perspektiflerini “yaşlılar ölecek ve çocukları geçmişi hatırlamayacaklar” biçiminde açıkladı. Filistinliler topraklarından sürülecek ve gittikleri ülkelerde yaşlılar ölecek, gençler geçmişi unutacaklardı.

Dün bir kez daha net olarak görüldü ki, yaşlılar öldü ancak kuşaklardır genç Filistinliler geçmişi unutmadı. Geçmişim gerçekleri her kuşaktan Filistinliyi direniş saflarına taşıdı. Bilinir ki, İsrail devletinin kuruluşuna giden yolda önemli dönemeç noktalarından biri, İngiliz emperyalizminin Siyonizm’e Filistin’de bir devlet kurma garantisi verdiği belge olan Balfour Deklarasyonu’nun açıklanmasıdır. Balfour Deklarasyonu açıklanmazdan önce yapılan İngiltere kabine toplantısında emperyalist şef Lord Curzon projeden tedirginlik duymuş ve arkadaşlarına iki soru sormuştu. Sorular şunlardı:  “Filistin’i yaklaşık 1500 yıldan beri işgal altında tutan ve çoğunluğu Müslüman olan Suriye Arapları ne olacak”, “Bu kadar Yahudi Filistin’e nasıl götürülecek?”

Curzon’un soruları temel bir gerçeğe işaret ediyordu. İlan Pappe’nin ortaya koyduğu verilere göre, Haziran 1922’de Filistin’de kurulan İngiliz Manda Yönetimi bölgenin toplam nüfusunu dinsel kimliklerine göre sınıflandırmıştı, buna göre bölge nüfusunun dağılımı şöyle idi: “650.000 Müslüman, 80.000 Hristiyan ve yerel Yahudi milleti ve Siyonist yerleşimciler de dahil olmak üzere 60.000 Yahudi.”

Bu veriler Filistin’de yaşanan etnik temizliğin ve emperyalizmin bölgede inşa ettiği yerleşimci sömürgeci modelin temellerini aydınlatıyor. Haberlerde Gazze sınırından İsrail’e sızan militanların sivil halka saldırılar düzenlediği söyleniyor. Oysa Filistinli savaşçılar kendilerinden katliamlarla çalınan topraklarına girdi. Yerleşimci sömürgeci model uyarınca Filistinlilerden alınan topraklara taşınanlar “sivil halk” değil, ırkçı-etnik temizlikçi ideolojiyle donatılmış, maddi özendiricilerle beslenen, tepeden tırnağa silahlı faşist milislerdir. Filistin halkına düzenledikleri devlet destekli saldırılar gündeliktir. İsrail esas olarak savaş makinası olarak tasarlanmış bir modeldir. “Sivil halk” olarak sunulanlar, Gazze’ye bombalar yağarken yüksek tepelerde oturup şarkılar söyleyen, sevinç çığlıkları atarak Filistinlilerin ölümünü alkışlayanlardır. En fazla kullandıkları söz “tek bir Filistinli kalmayacak”tır.

Gerçekleşen operasyon hakkında yorumlar çok çeşitli ancak bazen düşmanın ileri temsilcilerinin yorumları açıklayıcı unsurlar taşıyabiliyor. Amos Harel İsrail’in Haaretz gazetesinin Savunma ve Güvenlik editörüdür. İsrail istihbaratı ve Genel Kurmayıyla derin bağları vardır. Ona göre, bu operasyon, “Yom Kippur Savaşı’nın patlak vermesinden 50 yıl ve bir gün sonra ortaya çıkan feci sonuç, tüm siyasi ve güvenlik liderleri açısından büyük bir sistemik başarısızlıktır. Bunlar ancak savaşın bitmesinin ardından derinlemesine açıklığa kavuşturulabilecek.”

Jerusalem Post yazarı Avi Mayer’e göre,  bu operasyon nedeniyle “İsrail’in komşuları İsrail’in askeri gücüne ilişkin görüşlerini hesaplayıp yeniden değerlendirecek ve Yahudi devletine yaklaşımlarını buna göre ayarlayacaktır.” Mayer bu operasyonun bölge ülkelerinin İsrail’e yaklaşımında yeniden değerlendirmeye yol açabileceğini düşünüyor. Amos Harel bunun nedenini yazısında şöyle açıklıyor: “Şunu söylemek üzücü: İsrailkonzeptzia”sı (1973’teki Yom Kippur Savaşı’ndan sonra yaygınlaşan, İsrail’in savunma doktrininin yenilmez olduğu şeklindeki hatalı kavrayış) çöktü; hem politika, hem savunma için askeri yığınak, hem sürpriz bir saldırıya hazırlık, hem de önleyici istihbarat bilgisinin tümüyle yokluğu açısından…”

İsrail’in savunma ve güvenlik uzmanı yazarları operasyonu ve olası sonuçlarını böyle değerlendiriyor. Oysa kimi çokbilmişlere göre, İsrail, büyük saldırılarına zemin hazırlamak için geldiğini bilmesine rağmen bu operasyona bilinçli olarak göz yumdu. Böylesi yorumların altında yatan esas unsur, tam da İsrailli yorumcuların sözünü ettiği İsrail’in “yenilmezlik mitinin” bilinçleri teslim almış olmasıdır. Ezilen ve sömürülenlerin öz gücüne duyulan güvensizlik ve emperyalizmi kadir-i mutlak bir güç olarak kabul edilmesi birleşerek bu anlayışı güçlendirmektedir. Ne yani diyorlar, emperyalizm para, silah ve teknoloji tekeline sahip değil mi? Ne yapabilir nefesi kokan zavallı Filistinliler? Hamas’ın ihtirasları yüzünden ölüme gidiyorlar.

Jerusalem Post’un bir başka yazarı Seth J. Frantzman bu operasyonun başarılı olmasının nedeninin, İsrail güvenlik yetkililerinin Gazze’ye sükûnetle yaklaşması olduğunu düşünüyor. Bu nedenle yazısının başlığını “Gazze’ye yönelik sukunetli tutumlar İsrail’i nasıl terör dolu bir kabusa sürükledi” koymuş. Yazısında öz itibariyle daha çok bombalamalıydık, daha çok saldırmalıydık ama yapmadılar ve böyle oldu diyor. Yazısının sonunda, “Bundan sonra ne olacağı ve bu saldırının 1973’teki şoka mı yoksa 2006’da Lübnan’daki savaş sırasında bazılarının hissettiği başarısızlık duygusuna mı benzeyeceği belli değil.” diyor. İsrail’in “yenilmezlik mitinin” aslında 2006’da Lübnan’da yıkıldığını örtük olarak ifade ediyor. 2006 mitin yıkılmasında gerçekten önemli bir tarihti ancak Filistin halkının direniş eğiliminin gelişmekte olduğu son birkaç yıldır yaşanan çeşitli olaylarla kendini açık biçimde ortaya koymuştu.

Batı Şeria’da Filistin gençliğinin kurduğu yeni savaş örgütleri ve eylem kapasitelerinin yükselişi çok net görünüyordu. Doğu Kudüs’teki İsrail saldırılarına karşı gelişen direniş Gazze ve Batı Şeria’da karşılık bulmuştu. Bu operasyonu bu gelişmelerden bağımsız düşünmemek ve Filistin halkının mücadelesinin toplam gelişiminin bir ürünü olarak ele almak doğru yaklaşımdır. Gel gelelim çok farklı ele alışlar mevcut. Hamas’ın siyasi niteliğinden, medyada yaygın olarak kullanılan kimi görüntülerden hareketle operasyonu mahkum edenler var. Filistin halkının haklarını savunuyorlar ama bu operasyonu mahkum ediyorlar. Hiç kuşku yok ki, operasyonun haklılığını savunanlar ne Hamas’ın siyasi görüşlerini paylaşıyor ne de o görüntüleri alkışlıyor.

Bu konuda ilk ifade edilmesi gereken, Filistin halkının kuşaklardır emperyalizm destekli sömürgeci zulüm altında yaşamakta olduğu ve buna karşı her araçla mücadelesinin en meşru hakkı olduğudur. Bu operasyon özü itibariyle Filistin halkının sömürgeci boyunduruğu kırma arzusunun güçlü bir ifadesidir. Operasyona asli niteliğini kazandıran budur. Filistin halkının uzun mücadelesinin çeşitli evrelerinde farklı siyasi aktörler etkinlik kazanmıştır. Devrimciler için belirleyici olan Filistin halkının haklılığı ve mücadele kararlılığıdır. Bu nedenle İsrail’in kuruluşundan bu yana dünyanın ilerici, devrimci güçleri hep amasız ve fakatsız Filistin halkının yanında olmuştur. İsrail devleti sadece Ortadoğu’da değil Latin Amerika’dan Afrika’ya pek çok alanda devrimci, ilerici güçlere karşı hep gerici faşist güçlerle yan yanadır çünkü kurulma ve bölgeye yerleştirilme hedefi budur.

Böyle olduğu için, Filistin halkının sömürgeci işgalle boyunduruk altına alınmasından itibaren Filistin halkının yanında en kararlı duran, Filistin halkının mücadelesine en esaslı desteği veren hep uluslararası sosyalist hareket oldu. Henüz Büyük Felaket yaşanmazdan İsrail kurulmazdan yıllar önce Filistin hareketi İslamcı bir feodal önderliğe sahipken 1920’de Komünist Enternasyonal, İkinci Dünya Kongresi’nde Milliyetler ve Sömürge Sorununa İlişkin İlkelerin formüle edildiği belgede konu sınıfsal temelleriyle kristal netliğinde şöyle değerlendirilmişti: “Bir ulusun burjuvazisinin, emperyalizmle ittifak kurarak ezilen ulusun çalışan sınıflarına karşı çabalarını birleştirmeleri konusunda çarpıcı bir örnek, Siyonistlerin yarattığı Filistin olayıdır (Siyonizm’in Filistin’de bir Yahudi devleti yaratma örtüsü altında, Yahudi emekçilerin küçük bir azınlık oluşturduğu Filistin’in Arap işçi topluluğunu İngiltere’nin sömürüsüne sunması).

İsrailli yorumcuların genel olarak örtük biçimde ifade ettiği unsur, bu operasyonun tüm bölge halklarına cesaret ve özgüven verme potansiyelidir. Emperyalizm ve İsrail bunu çok iyi bildiği için hemen harekete geçti. ABD başkanı, dışişleri bakanı bölgenin ülke yöneticilerini tehdit etti. Bölge yöneticilerinden kesin tavır belirlemelerini istedi. Çoğunluğu emperyalizmin uşaklarından oluşan bölge ülkelerinin yöneticileri gereğini yapacaktır ancak bu operasyonun mesajı esas olarak bölge halklarınadır. Bölge halkları mesajı almıştır. Birçok Ortadoğu şehrinde kitlesel kutlamalar yapılmaktadır. İsrail Gazze’yi bombalayarak operasyona yanıt verdi. Netanyahu yaptığı açıklamada, Gazze halkının kenti terk etmesini istedi. Tüm askeri güçleriyle saldıracaklarını söyledi. Sanki Gazze’ye ilk kez top yekun saldırıyorlarmış gibi. Filistin halkı kuşaklardır direniyor. Her koşulda direnmeye devam edecektir, ta ki nehirden denize Filistin özgür olana dek.

Paylaşın