”(…) devrim toprakları varlık yokluk mücadelesiyle karşı karşıya. Atılım sürecinin yarattığı bütün devrimci değerlere uygun bir sorumlulukta olmak ve mücadeleyi örgütlemek tarihsel görevimizdir.”
Türkiye toplumsal hayatı önemli bir dönem içerisine girmiş bulunuyor. AKP-MHP faşizmi ezilenlerin bütün yaşamını zaptı rap altına alacak bir süreci adım adım inşa ediyor. İktidar ülke içerisinde hiçbir şekilde eleştirilmediği ve bütün uygulamalarının koşulsuz desteklendiği bir toplumsal hayat istiyor.
Bu konuda özellikle medyayı önemli bir silah olarak kullanıyor. İktidarın yürüteceği her adım bizzat iktidarın kapı kulu haline gelmiş olan medya organlarında her TV kanalında görmeye alıştığımız özel savaş elemanları tarafından destekleniyor ve bir şekilde topluma empoze edilmeye çalışıyor. Toplumsal muhalefet büyük bir baskıyla karşı karşıya sokağa çıkmak ve hak arama konusunda iktidar baskıcı yüzünü en güçlü şekilde topluma hissettirmeye çalışıyor.
Son olarak Suriye’de, Esad rejiminin bizzat AKP-MHP iktidarının tezgahladığı bir süreçle devrilmesiyle birlikte iktidar neo-osmanlıcılık düşlerini daha güçlü bir şekilde dillendirmeye başladı. Bölgede kendisini büyük bir oyun kurucu olarak gören ve bu temelde de adımlar atma konusunda propagandayı dillendiren bir propaganda yoğunlaşması iktidarın medyasında yoğun bir şekilde işleniyor.
Rojava’ya dönük işgal saldırılarının yoğunlaşacağı önümüzdeki dönem AKP-MHP iktidarı daha yoğun bir şekilde şovenist ve yayılmacı söylemleri dillendireceğe benziyor. Burada özellikle ülke içerisinde dikensiz gül bahçesi yaratma politikası bir süredir iktidara yakın isimler tarafından dillendirildi. İktidara yakın medya “iç cepheyi” güçlü tutarsak “dış cephede” tarihsel fırsatlarla karşı karşıya olacağız söylemi kendini güçlü bir şekilde çeşitli TV kanallarında ve gazetelerde dillendirmeye başladı. Bu söylemler esasen sol ve sosyalist cenahta da gündem olarak bir etki yarattı.
CHP üzerinde yaratılan basınç ve verilen brifinglerle CHP’nin, AKP-MHP iktidarının politikalarına muhalefet ederken sesini kesmesi sağlandı. Bundan sonra da özellikle Rojava Devrimi ve Medya Savunma Alanları’na dönük işgal politikalarını daha da derinleştirme yönünde iktidarın yoğunlaşması kendini güçlü bir şekilde hissettiriyor. Mesele iktidar cephesinde böyle ilerlerken işçi sınıfı ve emekçilerin hayatı hiçbir dönemde olmadığı kadar zorluklarla karşı karşıya gelmektedir. Hayat pahalılığı alabildiğince artmakta işçi ücretleri yüksek enflasyon karşısında erimektedir. Kendisini Ortadoğu’da “genişleme” hayalleri kuran iktidar emekçilerin yaşam alanını daraltmakta onlara yaşamı zindan etmektedir.
Şovenizm zehri ile desteklenmiş sarı sendikalar işçi sınıfının iktidara dönük geliştireceği etkili muhalefetin önündeki en önemli engelleri teşkil etmektedir. Birbirinden ayrı şekilde gelişen işçi direnişleri iktidarın yasakları ve baskılarıyla büyümeden ve ortak bir mücadele hattında birleşmeden sindirilmeye çalışılmaktadır.
Bu gündem içerisinde devrimci siyasetin tarihsel sorumluluğu büyüktür. Rojava Devrimi, faşist iktidar onun desteklediği çeteler tarafından boğulmaya çalışılmaktadır. Aynı zamanda işçi sınıfının tarihsel olarak elde ettiği bütün kazanımlar AKP-MHP faşizmi tarafından gasp edilmek istenmektedir. Kadın cinayetleri ve kadın üzerindeki erkek egemen baskılar faşizm tarafından bir devlet politikası olarak uygulanmakta ve ona geleneksel kadın rollerini dayatan bir propaganda dili yaygınlaşmaktadır.
Bütün bu süreçte faşist iktidar devletin bütün kurumlarını topyekün teyakkuza geçirmiş durumdadır. Faşist propaganda makinesi yoğun karşı devrimci propagandayla işlemektedir.
Devrimci siyaset olarak düşmanın bu saldırıları karşısında tarihsel sorumlulukla karşı karşıyayız. 2014 yılında başlayan Kasım Atılımı’nın 10. yılında atılımın gerçekleştiği devrim toprakları varlık yokluk mücadelesiyle karşı karşıyadır. Aynı zamanda işgalci faşist rejim Türkiye cephesinde metropoller de devrimci siyaseti ve bütün birleşik devrim güçlerini en sert şekilde baskılamaktadır.
Faşist iktidarın SİHA saldırısıyla katledilen gazetecilere sahip çıktığı için gazeteciler tutuklanmaktadır. Ülke adeta bir suskunluk kumkuması içine sokulmak istenmektedir. Faşizmin bu dayatmasını hiçbir şekilde kabul etmemeliyiz. Sokakta 10 yıllık Atılım sürecinin yarattığı bütün devrimci değerlere uygun bir sorumlulukla olmak ve mücadeleyi örgütlemek tarihsel görevimizdir. Hiçbir şekilde faşizmin baskılarına ve sindirme siyasetine baş eğmemeliyiz. Tarihsel zamanlar içerisindeyiz. İnsanın zamanın bir anına bile hükmetmesi çok zordur. Ama öyle anlar vardır ki o an aldığın sorumluluk ve görevler geleceğin yolunu açmada anahtar rolü oynayacaktır.
Faşizme karşı olan, devrimci siyasetin geçmişinde yer almış bütün arkadaşlara ve dostlara ulaşacak bir seferberlik ruhuyla hareket etmek zorundayız. Faşist iktidarın topyekün seferberliğine topyekün bir devrimci seferberlik ruhuyla karşılık vermeliyiz. İktidarın yasaklarına karşı sokaklarda olmalı, faşizme diz çökmediğimizi dost düşman herkese anlatmalıyız.
Bu temelde en güçlü şekilde faşizme karşı işçi sınıfı saflarında ve Kürt halkıyla omuz omuza mücadeleyi yükseltmeliyiz. İktidarın iç cepheyi tahkim ederek dış politikada yapmak istediği maceralara destek olmayan halk kesimlerini harekete geçirmeliyiz.
Faşizmin en büyük korkusu Suriye, Rojava ve bütün Orta Doğu’da izlediği yayılma politikasının işçi ve emekçilerin hayatına dönük olumsuz etkilerinin teşhir olmasıdır. İnsanlar yoksulluk ve açlık içerisinde yaşarken Suriye’de Esad rejimini nasıl bir planla faşist iktidar tarafından devrildiğini uzun süre dinlemek istemeyecektir.
Bu mücadele içerisinde küçük iş büyük iş demeden herkese büyük sorumluluk düşmektedir. Faşizmin yalanları ve sahte gerçekleri karşısında proletarya enternasyonalizminin bayrağını en güçlü şekilde yükseltmeliyiz. Mehmet yoldaşın dediği gibi ‘İnsan bir kez yaşar bir kez ölür. ‘Devrimci, ikisini doğru yapandır.’ İşçi sınıfı ve emekçilere karşı tarihsel sorumluluklarımızı en doğru şekilde yapmalıyız.