Cenk Ağcabay, Slider, Umut Yazıları, YAZARLAR

Hindistan Pakistan Savaşı Başladı mı? – Cenk Ağcabay

Nükleer silahlara sahip olan Hindistan ve Pakistan arasındaki çatışmanın büyümesinin yaratacağı sonuçlar çok ağır olacaktır ve savaşın bugünkü aşaması itibariyle bu büyük olasılıkla engellenecektir.

İngiliz sömürge imparatorluğunun 18. Yüzyıl sonunda sonunda ele geçirdiği Hindistan, uzun yıllar İngiltere’nin egemen sınıfı tarafından “İmparatorluğun en değerli mücevheri” olarak anıldı. İngiltere’nin emperyalist jeo-politiğinin en önemli parçası “Hindistan’ın güvenliği” olarak kodlandı. “Hindistan’ın güvenliği” önemliydi. Hindistan’ın yetiştirdiği değerli Marksist iktisatçılardan Utsa Patnaik son kitabında, Hindistan’ın 200 yıllık sömürge dönemi ticaret ve vergi kayıtlarını inceledi. Bu inceleme sonucunda ortaya koyduğu verilere göre, İngiliz sömürgeciliği 1765 ile 1938 yılları arasında Hindistan’dan 45 trilyon dolara denk düşen bir gelir elde etmiş.

Hindistan’da İngiliz sömürgeciliğine karşı ilk büyük ayaklanma 1857 yılında patladı. O dönem ayaklanmayı yakından izleyen ve ayaklanmanın seyrine ilişkin bir dizi yazı yazan uluslararası proletaryanın önderi Karl Marx, İngiliz sömürgeciliğinin Hindistan’daki yönetim tekniklerine dair şu ifadeleri kullanmıştı: “ROMA’NIN divide et imperas’sı -böl ve yönet- İngiltere’nin yaklaşık olarak yüz elli yıl boyunca Hindistan İmparatorluğu’nun tasarruf hakkını elinde bulundurmasını sağlayan büyük yasadır. Hindistan olarak adlandırılan coğrafi birliğin biçimsel bütününde çeşitli ırklar, kabileler, kastlar, inançlar ve egemenlikler arasındaki düşmanlıklar, İngiliz üstünlüğünün yaşamsal ilkesi olmayı sürdürmüştür. (…) Bundan önce de Hindistan ordusunda ayaklanmalar olmuştur, ama günümüzdeki ayaklanma, belirgin ve ölümcül özellikleriyle kendini göstermektedir. İlk kez olarak, Hintli asker alayları, Avrupalı subayları öldürmüş; Müslümanlar ve Hindular karşılıklı düşmanlıklarından vazgeçerek, ortak efendilerine karşı birleşmiştir.”

1857 ayaklanmasındaki bu birlikten önemli dersler çıkaran İngiliz sömürgeciliği, yerel işbirlikçileriyle bağlarını daha da güçlendirerek, Hindistan’daki ulusal ve dinsel farklılıkları ölümcül çatışma unsurlarına dönüştürme politikasına hız verdi. Uygulanan bu politika Hindistan halklarının sömürgeciliğe karşı mücadelesinin yükselmesini engelleyemedi ancak halklar arasındaki bölünmenin derinleşmesine de bir temel sağladı. Hindistan halklarının sömürgeciliğe karşı gelişen direnişinin yok edilemeyeceği ve İngiliz egemen sınıfının çıkarlarının tehdit altında olduğu görüldüğünde, İngiliz egemen sınıfı içinde çıkarların yeni koşullarda nasıl korunacağı üzerine tartışmalar başladı. Hindistan bağımsızlığını kazandığında İngiltere önemli ekonomik ve askeri avantajlarını kaybedecekti ve durum bu noktaya doğru ilerliyordu. İngiliz egemen sınıfının en yırtıcı şeflerinden Winston Churchill, bu tartışmada “Hindistan’ın en azından bir parçasının muhafaza edilmesinin” gerekliliğinde ısrar ediyordu. Churchill’in önerdiği, Hindistan’ın “Hindistan, Pakistan ve bir dizi küçük prensliğe” bölünmesiydi.

Dönemin İngiliz Genelkurmayı konuyla ilgili bir raporunda, “Pakistan bölgenin stratejik olarak en önemli kısmıdır ve bizim bölgedeki ihtiyaçlarımızın karşılanmasından önemli bir role sahip olacaktır” tespitini yapmıştı. Genelkurmay raporunda, Pakistan’ın liman ve havaalanlarının İngiliz Ordusu için “çok önemli bir varlık” olacağı belirtilmişti. İngiliz Başbakan Attlee 1946 yılında Pakistan’ın ayrı bir devlet olarak kurulması için hükümet yetkililerini görevlendirdi. Hindistan 1947 yılında bağımsızlığını elde etti. Pakistan bağımsızlıkla beraber Hindistan’dan ayrıldı. Yaklaşık 20 milyon insanın yer değiştirmesine ve on binlerce insanın ölmesine neden olacak ayrılık kararından bir gün sonra İngiliz emperyalizminin sözcüsü The Times gazetesi coşkuyla, “İlanıyla birlikte Pakistan Müslüman dünyasının lideri olarak ortaya çıktı. Fas’tan Endonezya’ya uzanan Müslüman dünyasında Türk İmparatorluğunun yıkılışıyla doğan boşluk, Pakistan’ın nüfusu, doğal kaynakları ve konumuyla dolacaktır. Bugünden itibaren Karaçi Müslüman dünyasının merkezi olmuştur.” diyordu.

The Times’ın coşkusu boşuna değildi. Hindistan bağımsızlığını elde ettikten sonra ileride Bağlantısızlar Hareketi olarak ortaya çıkacak oluşum yönünde bir politik duruş geliştirirken, Pakistan ABD ve İngiltere öncülüğünde Ortadoğu merkezli olarak kurulan Bağdat Paktı’na katılacak, İngiltere’nin yanı sıra ABD’ye de hava üsleri verecek ve bölgedeki gericiliğin kalesi haline gelecekti. Pakistan, ABD ve İngiliz emperyalizminin Sovyetler Birliği’ne ve bölgedeki anti-emperyalist ve sosyalist hareketlere karşı yürüttükleri gerici savaşlarda temel öneme sahip karşı-devrimci bir üs işlevi görecekti.

Keşmir bölgesi üzerindeki hak iddiaları 1947 yılındaki ayrılıktan sonra Hindistan ve Pakistan’ın savaşmasına yol açtı. İngiltere Keşmir’in Pakistan’a katılması için o dönem yoğun çaba sarf etti. İngiltere’nin çabasının nedenini dönemin Dışişleri Bakanı Ernst Bevin şöyle ifade etmişti: “Temel mesele Asya’nın merkezine uzanan atar damarı kimin kontrol edeceğidir”. Keşmir Hindistan ve Pakistan arasında bölündü. Pakistan Soğuk Savaş boyunca ABD’nin İslam coğrafyasında komünizmin ve ilerici anti-emperyalist hareketlerin önünün kesilmesi için Suudi Arabistan ile birlikte kullandığı temel güçtü. Keşmir’de yaşayan Müslüman halkın Pakistan tarafından politik istismarı bu süreçte daha da gelişti ve derinleşti. İki ülkenin Keşmir üzerindeki hak iddiaları hep devam etti; Hindistan ve Pakistan Keşmir meselesinden dolayı 3 kez silahlı çatışma yaşadı. Tıpkı Filistin, Kürdistan sorunları gibi, Keşmir sorunu da emperyalist paylaşım savaşlarının çözülemeyen ya da çözülmeyen bir sorunu olarak varlığını sürdürdü.

Hindistan ve Pakistan en son 2019 yılında yaşanan çatışmanın nedeni Keşmir’in Hindistan kontrolündeki bölgede gerçekleşen bir Cihatçı saldırıydı. 22 Nisan’da gerçekleşen ve yeni çatışmaya neden olan saldırının da bir Cihatçı örgüt tarafından gerçekleştirildiği iddia ediliyor. Hindistan bu saldırıyı düzenleyen Cihatçı örgüt ve benzerlerinin Pakistan yönetimi tarafından desteklendiğini iddia ediyor. Pakistan yönetiminin uzun yıllar ABD emperyalizminin Yeşil Kuşak projesi çerçevesinde bölgenin Cihatçı örgütlerine destek verdiği, onlara üsler ve lojistik destek sağladığı kimse için sır değil. Pakistan yönetimi son saldırının ardından yaptığı açıklamada, saldırının kendi yönetimiyle hiçbir ilgisinin olmadığını söyledi, bu konuda bir araştırma biriminin kurulmasını istedi. Araştırma biriminin Birleşmiş Milletler kurumları çerçevesinde oluşmasının önemini belirtti. Bu konuda herhangi bir girişimde bulunulmadı ve Hindistan yönetimi bir yandan düzenleyeceği saldırıya meşruiyet zemini oluşturacak diplomatik faaliyetleri hızlandırırken, bir yandan da ülke içinde Müslüman karşıtı propagandaya hız verdi. Pakistan yönetimi de zaten hep kullanmakta olduğu dinsel temelli propagandayı harekete geçirdi. Ülkelerin emekçi kitleleri savaş için seferber edilmeye çalışılıyor.

Hindistan ve Pakistan’ın egemen sınıfları zulüm ve yoksulluk dışında hiçbir şey vermedikleri halklarını bir kez daha gerici propagandayla savaşa hazırlamaya çalışıyor. Hindistan’ın 8 hedefe yönelik saldırısı ve Pakistan’ın karşı saldırıları gerilimi tırmandırdı. Hindistan son yıllarda ABD’nin Çin’i çevreleme stratejisi çerçevesinde önem kazandı. ABD Hindistan’ı ekonomik, politik özendiricilerle stratejisinin kapsamı içine çekmeye çalışıyor. Kısa bir süre önce Hindistan’ı ziyaret eden ABD başkan yardımcısı J. D. Vance Hindistan başbakanı Modi ile kameralar karşısına geçtiğinde yanında eşi ve çocukları vardı. Devlet yetkilileri arasında görüşmelerde pek alışık olunmayan sahneler dünyaya yansıtıldı. Hindistan 2010 yılına dek silahlarının yüzde seksenini Rusya’dan alıyordu. Bu Hindistan’ın bağımsızlığını kazanmasının ardından başlayan güçlü ilişkilerin uzantısıydı. Küresel silah akış ilişkilerini yakından inceleyen Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’ne göre, son dört yılda bu durum köklü bir değişikliğe uğradı. Hindistan dört yıldır silah alımlarının yüzde seksenini ABD, Fransa ve İsrail’den yapıyor. Değişimin diğer cephesindeyse Pakistan’ın silah alımlarının yüzde seksenini Çin’den yapması bulunuyor.

Çin’in Kuşak ve Yol Projesi’nde Pakistan önemli bir nokta ve Çin Pakistan Ekonomik Koridoru projesi Çin’in yoğunlaştığı bir alan. Nükleer silahlara sahip olan iki devlet arasında büyüyecek bir çatışma tüm bölgenin güvenliğini tehdit edecek. Böylesi bir savaş olasılığından en fazla etkilenecek ülkelerden birisi Çin. Diziliş dikkate alındığında, bir savaş olasılığı BRİCS içinde bir çatlama anlamına geleceği gibi, Şangay İşbirliği Örgütü’nde gözlemci üye olarak yer alan Hindistan ve Pakistan’ın durumları bu örgütünde büyük bir sıkıntı yaşamasına neden olacak. Böylesi bir savaştan en çok kazanacak olanın ABD emperyalizmi olacağı aşikar. Hindistan’ın saldırısının ardından ABD basınına yansıyan yorumlarda, Hindistan yöneticilerinin ABD’den bu saldırılar için yeşil ışık aldıklarına dikkat çekiliyor.

Keşmir sorunu kuşkusuz sömürgecilik çağında yaratılmış ve çözülmemiş bir sorun ancak meselenin güncel bağlamı doğrudan içine girilen yeni büyük savaş konjonktürüyle ilişkili. Çatışma alanları, ittifaklar yeni büyük savaş konjonktürü çerçevesinde yeniden şekilleniyor. Tüm askeri ve politik aktörler bu konjonktürün gereklerine uyumlu zeminlere yerleşmeye çalışıyor. Nükleer silahlara sahip olan Hindistan ve Pakistan arasındaki çatışmanın büyümesinin yaratacağı sonuçlar çok ağır olacaktır ve savaşın bugünkü aşaması itibariyle bu büyük olasılıkla engellenecektir.

Hindistan ve Pakistan arasında yaşanan çatışma, yeni büyük savaş konjonktürünün yarattığı büyük tehlikeleri daha görünür hale getirdi. Emperyalist-kapitalizmin içinde debelenmekte olduğu derin krizin ürünü olan bu konjonktürün dünyaya ve insanlara tek vaadi ölüm ve yıkımdır. Emekçi halk sınıfları bir kez daha efendilerin hegemonya arayışı için ölüme sürüklenmeye çalışılıyor. Savaşa karşı barış, sömürüye karşı sosyalizm ve halkların kardeşliği için ayağa kalkmak emekçi halk sınıfların önündeki tek yoldur. Dünyayı kana ve ateşe boğacak büyük savaşı engellemek uluslararası proletaryanın omuzlarındadır. Giderek daha fazla netleşmektedir ki, uluslararası proletarya sadece kendisini değil tüm insanlığı ve dünyayı yok oluştan koruyabilecek tek güçtür.

Paylaşın