Mustafa Çiçek, Slider, Umut Yazıları, YAZARLAR

Venezuela: Emperyalizmin yeni cephe hattı II – Mustafa Çiçek

PETROL, GUYANA VE EMPERYALİST YENİDEN PAYLAŞIM

Enerji savaşları, Çin–ABD rekabeti ve Latin Amerika’da direniş ekseni

1) Emperyalizmin enerji haritası: Venezuela’dan Guyana’ya

Venezuela, dünyanın en büyük kanıtlanmış petrol rezervlerine sahip ülkesidir. Ancak 2014’ten bu yana süren yaptırımlar, üretim kapasitesini tarihinin en düşük seviyelerine düşürdü. Bu süreçte ABD ve Batılı enerji tekelleri, alternatif kaynak arayışında rotayı komşu ülke Guyana’ya çevirdi. Bugün Karayip havzasında yaşanan gerilim, yalnızca siyasi değil, aynı zamanda enerji merkezli bir paylaşım savaşının sonucudur.

Guyana, 2015’te ExxonMobil’in keşfettiği devasa Stabroek Blok petrol sahasıyla bir anda emperyalist çıkarların odağına oturdu. 11 milyar varili aşan rezerv, ülkenin 800 bin kişilik nüfusuna oranla devasa bir serveti temsil ediyordu. Ancak bu servetin kontrolü, başından itibaren ABD sermayesinin elinde şekillendi. ExxonMobil, 40 yıllık üretim paylaşım anlaşmasıyla Guyana devletine yalnızca gelirlerin %14’ünü bırakırken, geri kalan kısmı doğrudan şirket kasalarına aktarıldı.

Bu tablo, Lenin’in Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması’nda tanımladığı “sömürge tipi yatırım ilişkileri”nin günümüzdeki somut örneğidir:

“Emperyalizm, yalnızca piyasaların değil, hammaddelerin de paylaşımıdır.”

Guyana’daki petrol, ABD tekelleri için yalnızca ekonomik bir fırsat değil; aynı zamanda Venezuela’nın enerji egemenliğini zayıflatmanın aracıdır.

2) Guyana–Venezuela sınır krizi: Enerji ve jeopolitik iç içe

Venezuela ile Guyana arasındaki Esequibo bölgesi sorunu, 19. yüzyıldan bu yana süren bir toprak anlaşmazlığıdır. Bölgede keşfedilen petrol yatakları, bu eski anlaşmazlığı yeniden alevlendirdi. Washington, bu gerilimi ustalıkla kullanarak hem Venezuela’yı askeri açıdan meşgul etmekte hem de Guyana’yı bir “ön cephe devleti”ne dönüştürmektedir.

2025 itibarıyla Guyana ordusu, ABD Güney Komutanlığı (SOUTHCOM) ile ortak tatbikatlar yürütmekte; ülkenin hava sahası ve limanları ABD uçak ve gemilerine açık hale getirilmektedir. Böylece Venezuela’nın Karayipler’e ve Atlantik’e çıkışı fiilen kontrol altına alınmaktadır.

Bu askeri kuşatma, yalnızca bölgesel bir manevra değildir. ABD, Çin’in Karayipler ve Güney Amerika’daki ekonomik etkisini sınırlamak için yeni bir çevreleme politikası yürütmektedir. Guyana, bu çevreleme hattının enerji ayağıdır.

3) Çin ve Rusya faktörü: Çok kutupluluk mu, yeni rekabet mi?

Bolivarcı Venezuela’nın ayakta kalabilmesinde Çin ve Rusya’nın desteği belirleyici olmuştur. Pekin yönetimi, son 15 yılda Venezuela’ya 60 milyar doların üzerinde kredi sağlamış, petrol karşılığı borç anlaşmalarıyla ülkenin altyapı yatırımlarına katılmıştır. Rusya’nın Rosneft şirketi ise PDVSA ile ortaklıklar kurarak petrol üretiminin bir kısmını üstlenmiştir.

Ancak bu ilişkiler, zamanla bağımlılık biçimi almaya başlamıştır. Çin kredileri, petrol gelirlerinin düşmesiyle ödenemez hâle gelmiş; Rusya’nın Ukrayna savaşı nedeniyle küresel izolasyonu, Venezuela’nın manevra alanını daraltmıştır. Bu durum, Maduro yönetimini hem ekonomik hem diplomatik açıdan savunma pozisyonuna itmiştir.

Bu tablo, “çok kutuplu dünya” söyleminin konjonktürel olarak sınırlılıklarını da açığa çıkarıyor. Çin ve Rusya’nın Latin Amerika’daki varlığı, her ne kadar ABD hegemonyasına karşı bir denge unsuru gibi görünse de, bu varlık daogal olarak kapitalist üretim ilişkilerini ortadan kaldırmıyor, yani durumu kapitalizm ici iliskiler olarak kabul etmek gerekir. Çin sermayesi de tıpkı Batılı tekeller gibi, kâr ve kaynak ihracı (bati emperyalistlerine göre daha adaletle ve vicdanli) temelinde hareket ediyor. Dolayısıyla Venezuela’nın bağımsızlığı, yalnızca kutuplar arasında denge arayışına indirgenemez; gerçek bağımsızlık, halkın üretim araçları üzerindeki denetimini güçlendirmekle mümkündür. Bolivarci iktidarin bu insa sürecinde nefes alacak dayanak noktalarina ihtiyaci vardir (Onyillardir Küba’nin ihtiyac duydugu gibi).

4) Guyana’nın yükselişi: Bir “petrol mucizesi” mi, yeni bir bağımlılık mı?

Batı ana akim medyası, Guyana’yı “dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi” olarak lanse ediyor. Gerçekten de 2024’te ülke ekonomisi %30’un üzerinde büyüdü. Ancak bu büyüme, ulusal ekonomiye değil ExxonMobil ve Chevron gibi tekellere hizmet eden bir şişmedir. Guyana’nın kişi başına düşen geliri kâğıt üzerinde artarken, halkın büyük kısmı hâlâ yoksulluk sınırının altında yaşıyor.

Bu durum, klasik sömürge ekonomilerinin günümüzdeki versiyonunu yansıtıyor. Devlet gelirlerinin büyük kısmı dış borç ödemelerine ve altyapı ihalelerine gidiyor; tarım sektörü çöküyor; ithalata bağımlılık artıyor. Guyana’nın “petrol mucizesi”, aslında neoliberal modelin laboratuvarı hâline gelmiştir.

ABD açısından bu model, Venezuela halkına verilmiş dolaylı bir “ders” niteliğindedir: Kamulaştırmanın değil, özelleştirmenin; ulusal direnişin değil, işbirliğinin “refah” getirdiği propagandası yapılmaktadır. Bu ideolojik savaş, en az askeri kuşatma kadar belirleyici bir cephedir.

5) Emperyalist paylaşımın derin mantığı

Burada yeniden Lenin’e dönersek: emperyalizm yalnızca güçler dengesi değil, sermaye yoğunlaşmasının zorunlu sonucudur. 2020’li yıllarda yaşanan enerji krizi, bu yoğunlaşmayı hızlandırdı. ABD ve Avrupa tekelleri, üretim zincirlerini yeniden yapılandırırken, yeni enerji sahalarını denetim altına almak için küresel ölçekte rekabeti tırmandırdı.

Karayipler’deki bugünkü tablo, adeta 19. yüzyıl sömürgecilik dönemini andırıyor. O dönemde İngiltere ve Fransa, şeker kamışı ve altın için adaları işgal ediyordu; bugün ise ABD, petrol ve doğalgaz için aynı adaları askeri üs haline getiriyor. Emperyalizmin özü değişmedi — sadece araçları degişip modernleşti.

Venezuela enerji kaynaklarıni, ulusal kalkınma için kullanmak isterken; Guyana’nın kaynakları, küresel sermayenin kâr döngüsüne entegre ediliyor. Bu fark, iki ülkenin siyasal kaderini de belirliyor: biri ablukayla cezalandırılıyor, diğeri “başarı hikayesi” olarak pazarlanıyor.

6) Latin Amerika’da yeni direniş ekseni

ABD’nin Venezuela’ya yönelik saldırganlığı, bölgedeki sol hükümetlerin yeniden yakınlaşmasına da zemin hazırlıyor. Kolombiya’da Gustavo Petro’nun barış yanlısı politikası, Bolivya’da Arce hükümetinin kamucu hattı, Brezilya’da Lula’nın “bağımsız dış politika” arayışı, Latin Amerika’da yeni bir dayanışma ekseninin filizlendiğini gösteriyor.

Bu eksen henüz kırılgan ve tutarsız olsa da, emperyalizmin mutlak hegemonyasını sarsacak potansiyele sahiptir. ALBA, CELAC ve UNASUR gibi bölgesel örgütlerin yeniden canlandırılması, ortak enerji ve ticaret politikaları oluşturulması yönünde atılan adımlar, direnişin kurumsal zeminini güçlendirebilir.

Ancak bu süreç, yalnızca hükümetlerin iradesine bırakılamaz. Gerçek dayanışma, işçi sınıfı ve halk örgütlerinin uluslararası koordinasyonuyla mümkündür. Latin Amerika’nın devrimci hareketleri, yeniden enternasyonalist bir perspektif kazanmak zorundadır. Çünkü emperyalizmin saldırısı bir ülkeye değil, bir sınıfa yöneliktir.

7) Halkların ortak kaderi: Enerjinin kamusal geleceği

Enerji, günümüz dünyasında ulusal bağımsızlığın ölçütlerinden biridir. Kimin ürettiği, kimin tükettiği ve kimin yönettiği… Bu soruların yanıtı, günümüz dünya jeopolitiginde bir ülkenin sınıfsal yapısına belirleyici etkilerde bulunacak önemdedir. Iste Venezuela, bu sorulara halkçı yanıtlar vermeye çalıştığı ve venezuela halkinin refah düzeyini, hayat kalitesini artiracak yönde kullandigi için hedefte. Öte yandan Guyana ise bu soruları sermayeye devrettiği için ödüllendiriliyor.

Bu çelişki, Latin Amerika’nın geleceğini belirleyecek temel fay hattıdır. Gerçek kurtuluş, ne Çin’in kredilerinde ne de ABD’nin yardımlarında bulunabilir. Kurtuluş, üretim araçlarının halkın eline geçmesinde; enerjinin toplumsal mülkiyetinde; ve halk demokrasisinin inşasında yatmaktadır.

Lenin’in şu sözü, bugünkü tabloyu sanki öngörür gibidir;

“Devrim, yalnızca eski düzeni yıkmak değil, üretimin efendilerini halkın hizmetkârlarına dönüştürmektir.”

8) Sonuç: Karayipler’in geleceği halkların elinde

Guyana ile Venezuela arasındaki petrol rekabeti, aslında iki toplumsal modelin çatışmasıdır. Biri emperyalizmin sömürü zincirine gönüllü olarak eklemlenen bir model; diğeri ise bütün zorluklarına rağmen halk egemenliğini savunan bir modeldir.

ABD’nin Karayipler’deki askeri varlığı, Latin Amerika’yı bir kez daha bölme riskini taşıyor. Ancak aynı zamanda, kıta halkları arasında yeniden yükselen dayanışma ruhunu da tetikliyor. Bugün Havana’dan Karakas’a, La Paz’dan Buenos Aires’e kadar yankılanan ortak slogan şudur:
“Petrol halkındır, vatan satılık değildir!”

Venezuela’nın direnişi ve Guyana’nın geleceği, Latin Amerika’nın hangi yöne evrileceğini belirleyecek. Ya emperyalist tekellerin enerji kolonisi hâline gelmiş bir kıta… ya da üretim araçlarını halkın denetimine veren özgür bir Latin Amerika.

Tarih, ikinci yolu seçenlerin kolay yenilmediğini defalarca gösterdi.
Karar, yine halkların ellerinde.

Kaynak

  • V. I. Lenin, Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması,
  • Francisco Monaldi, Oil and Politics in the Bolivarian Republic of Venezuela, Baker Institute Raporu, Houston, 2020.
  • ExxonMobil, Annual Report: Stabroek Block Operations, Guyana, 2024.
Paylaşın