Küresel Güneyin kavşağında Latin Amerika’dan iki örnek: Emperyalizmin işbirlikçisi Milei’nin Arjantin’i, direnen Bolivarci Venezuela ve gerçek kurtuluşun Yolu.
Batı emperyalizmi ve yerli işbirlikçileri Latin Amerika’yı yeniden bir kuşatma sahasına dönüştürmüş durumda. Arjantin neoliberal zincirlere bağlanırken; Bolivarci Venezuela emperyalist ablukaya karşı direniyor. Bu karşıtlık, kıtanın geleceğini belirleyecek temel fay hattını oluşturuyor.
1) Wall Street’in Yeni Laboratuvarı: Milei’nin Arjantin’i
2023’te Javier Milei elinde motorlu testereyle sahneye çıkıp “Devleti keseceğiz!” dediğinde, Latin Amerika’nın yeni neoliberal gösterisi başlamış oldu. Militarist, İsrail yanlısı, aşırı sağcı ve teatralliği yüksek üslubuyla Milei, uzun süredir uygulanan neoliberal reçeteleri “libertaryen devrim” etiketine büründürerek pazarlıyordu. Devletin küçültülmesi, kamu hizmetlerinin tasfiyesi, piyasaların sınırsızlaştırılması… Bütün bunlar, aslında eski bir projenin yeni ambalajla yeniden dolaşıma sokulmasından başka bir şey değildi.
Ancak testere metaforu yalnızca devleti değil, toplumun yaşam damarlarını kesmeye başladı. Toplu taşıma ve enerji sübvansiyonlarının kaldırılması, iş güvencesinin zayıflatılması, kamu harcamalarının sert biçimde tırpanlanması ve hak gaspları; IMF ve uluslararası finans çevreleri tarafından “cesur reformlar” olarak alkışlanırken Arjantin sokaklarında öfke büyüdü.
Arjantin ekonomisinin son yıllarda yaşadığı dönüşüm, emperyalist merkezlerle kurulan borç ilişkilerinin somut sonuçlarını ortaya koyuyor:
- Yoksulluk oranı %45’in üzerine çıktı
- Çocuk yoksulluğu %60’ı geçti
- Reel ücretler 2000’lerin en düşük seviyesine geriledi
- Enflasyon %200’lere ulaştı.
Bu tablo Arjantin’i, neoliberalizmin yeni laboratuvarına dönüştürmüş durumda. IMF’nin her kredi paketi ülkeyi Washington’a daha fazla bağlarken, ulusal egemenlik adım adım törpüleniyor.
2) Direnen Bolivarci Venezuela: Abluka, Kriz ve Onurun Bedeli
Arjantin’in teslim olduğu bir dönemde Venezuela—Küba’yla birlikte—kesintisiz bir emperyalist kuşatma altında direniyor. ABD yaptırımları, altın rezervlerinin dondurulması, petrol satışının engellenmesi ve ticaret kanallarının kapatılması, Venezuela ekonomisini ağır bir abluka koşuluna soktu. Bu ekonomik çöküş, yalnızca yönetim hatalarıyla açıklanamaz; doğrudan bir finansal boğma operasyonudur.
Venezuela buna karşı özellikle Rusya ve Çin’le derinleşen ilişkilerle nefes almaya çalışıyor. Bolivarci süreç boyunca elde edilen toplumsal kazanımlar hâlâ önemini koruyor:
- Aşırı yoksulluk %23’ten 2012’de %8’in altına düştü
- Okuryazarlık oranı neredeyse %100’e ulaştı
- Sağlık ve eğitim ücretsiz hâle geldi
- Milyonlarca konut inşa edilerek ihtiyaç sahiplerine ücretsiz verildi.
Bu nedenle Venezuela’nın mücadelesi yalnızca ulusal ölçekli bir direnç değil; küresel emperyalizme karşı yürütülen daha geniş bir hattın parçasıdır. Küba’da düzenlenen milyonluk dayanışma yürüyüşleri de Latin Amerika’da ortak kader bilincinin hâlâ canlı olduğunu gösteriyor.
3) Liberal Solun Krizi: Reformla Kurtuluş Aranır mı?
Liberal sol ve reformist akımlar, kapitalizmin yapısal sömürü düzenini değiştirme niyetinde değildir. “Sosyal sorumluluk”, “piyasa içi adalet”, “progresif kapitalizm” gibi söylemler, sistemin sınıfsal niteliğini gizlemeye yarayan kozmetik kavramlardır. Lenin’in tespiti bugün hâlâ geçerlidir:
“Reformizm sınıf mücadelesini yumuşatır; devrimcilik ise keskinleştirir.”
Bugün Kautskyci çizgi Avrupa’da, liberal sol ABD’de, CHP etrafında kümelenen liberal-sosyal demokrat çevreler Türkiye’de; işçileri sistem içi sınırlar içinde tutmak gibi ortak bir işleve sahiptir. Özgür Özel’i “2000’lerin Karaoğlanı” diye parlatan söylemler veya İmamoğlu’nu “ülkeyi kurtaracak lider” olarak sunan liberal sol, düzen içi muhalefetten öteye gidemez.
Bu çevreler, emperyalizme direnç gösteren halkları ve ülkeleri (Venezuela, Küba, Çin, Kore, Donbas, Filistinli direniş grupları vb.) “otoriter” diye yaftalarken, ABD öncülüğündeki emperyalist bloku “reforme edilebilir” bir yapı olarak pazarlamaya devam etmektedir.
4) Emperyalizmin Yeni Yüzü: Finans, Teknoloji ve Borç Sömürgesi
20.yüzyılın darbelerle, işgallerle genişleyen emperyalizmi bugün yerini daha sessiz araçlara bırakmıştır. Borçlandırma, finansal abluka, yüksek faiz mekanizmaları, teknoloji bağımlılığı ve hibrit operasyonlar yeni saldırı biçimleridir. Arjantin’in IMF tarafından dönüştürülmesi ile Venezuela’nın bu araçlara direndiği için cezalandırılması, bu yeni dönemin karakterini net biçimde ortaya koyuyor.
Latin Amerika sokakları yeniden kaynıyor: Arjantin’de öğretmenler, Şili’de öğrenciler, Venezuela’da madenciler aynı sloganı yükseltiyor:
“Pan, trabajo y dignidad — Ekmek, iş ve onur.”
İşçi sınıfı mücadelesi yalnız ekonomik haklarla sınırlı kalamaz; siyasi iktidar hedefi olmadan gerçek özgürlük mümkün değildir. Halk konseyleri, bağımsız sendikalar, topraksız köylüler hareketleri; kıtada yeni bir enternasyonalist mücadele hattının nüvelerini oluşturmaktadır.
5) Küresel Finans Kapitalin Yüzyıllık Düzeni, ABD’nin Jeopolitik Açmazları ve Venezuela–Arjantin–Nijerya Ekseni
Venezuela, Arjantin ve Nijerya’nın ABD ile yaşadığı gerilimler; küresel finans kapitalin tarihsel sıkışmışlığıyla birlikte okunduğunda daha anlamlı hâle geliyor. Dünyanın en büyük petrol rezervlerini barındıran Venezuela ile Afrika’nın en kalabalık ülkesi olan Nijerya, bugün ABD emperyalizmiyle doğrudan gerilim yaşayan iki önemli ülke konumunda.
Bu ülkelerde yaşanan krizlerin insani amaçlarla değil, tamamen stratejik hedeflerle yönetildiği açıktır. Sudan’daki çok daha ağır insani yıkıma rağmen uluslararası sistemin sessiz kalması; buna karşı Nijerya’da “Hristiyanlar öldürülüyor” söyleminin öne çıkarılması bu çifte standardın bariz göstergesidir. Aynı anda İsrail’in Gazze’de kiliseleri dahi hedef almasına rağmen Batı’nın sessiz kalması, dinî söylemlerin jeopolitik amaçlarla seçici biçimde kullanıldığını ortaya koyuyor.
Nijerya’da olduğu gibi Venezuela’da da mesele özünde petroldür. 1998’de Chávez’in iktidara gelişiyle başlayan ABD–Venezuela gerilimi, köklerini 1823 tarihli Monroe Doktrini’nden (ilk yazida deginmistik) alır. Latin Amerika yüzyıllardır ABD’nin “arka bahçesi” olarak değerlendirilmiştir: Küba, Granada ve Panama operasyonları; Arjantin’deki askeri diktatörlükler; Nikaragua’daki kontrgerilla faaliyetleri; Şili’de Allende’nin devrilmesi bunun örnekleridir.
Bugün Arjantin’in tamamen ABD yanlısı Milei tarafından yönetilmesi, bu tarihsel çizginin güncel versiyonudur. Finans çevreleri Arjantin’i ağır borç batağına sürüklerken, bu süreç aynı zamanda sermaye gruplarına muazzam bir yağma alanı yaratmaktadır. Arjantin ile Venezuela arasındaki tezat—teslimiyet ve direniş—ABD’nin Venezuela’ya yönelik müdahale iştahını açıklayan temel unsurlardan biridir.
Venezuela’nın çeyrek asrı aşan ağır yaptırımlara rağmen ayakta kalması, ABD’nin olası bir askeri müdahalesini güçleştiren nedenlerden biridir: ülkenin coğrafyası, halkın örgütlülüğü, devletin hazırlığı ve Rusya–Çin–İran destekli askeri-siyasi kapasite. Afganistan’dan çekiliş ve Yemen’de Husilerin ABD donanmasını püskürtmesi, çok kutupluluğa geçiş sürecinde emperyalist müdahalelerin eskisi kadar kolay olmadığını gösteriyor.
Dünya bugün iki ana eksen arasında yeniden şekilleniyor: ABD–NATO merkezli blok ve BRICS’in öncülük ettiği çok kutupluluk arayışı. Ancak çok kutupluluk tek başına nihai adaleti garanti etmez. Küresel Güney’in gerçek alternatifi, yalnızca Batı karşıtı bloklara eklemlenmek değil; enternasyonalist bir proletarya hareketinin bağımsız siyasal hattını kurarak kendi sosyalist kalkınma modelini inşa etmektir.
Rusya–Ukrayna savaşının Rusya’nın belirgin üstünlüğüyle sona yaklaştığı ve NATO’nun kolektif düzeyde (kollektiv bati) gerilediği görülmektedir. Bu tablo, dört yüzyıldır dünya sistemini şekillendiren Batı egemenliğinin Portekiz, İspanya’dan İngiltere’ye, oradan ABD’ye uzanan bir tarihsel iktidar döneminin artık eskisi kadar belirleyici olmadığını göstermektedir. Neoliberal kapitalizmin dayandığı askeri güç, parasal hegemonyası, deniz-hava üstünlüğü ve finansal manipülasyon araçları, yüzyıllarca “itaatin” temel mekanizmasıydı. Ambargolar, yaptırımlar, rejim değişikliği operasyonları, darbeler ve gerektiğinde işgaller; Afrika’nın köleleştirilmesinden Latin Amerika darbelerine kadar geniş bir tarihsel pratik üretmişti.
Ancak son 20 yılda Çin’in yükselişi, Hindistan’ın güçlenmesi, Rusya ve İran’ın direniş kapasitesi, Batı merkezli düzenin kırılganlığını artırdı. Finans kapital ilk kez bu çapta bir küresel “itaatsizlik” hareketiyle karşı karşıya kaldı. İran’ın bölgesel savaşlarda gösterdiği direnç, İsrail’in (katliamlarina ragmen) askeri başarısızlıkları, Rusya’nın Ukrayna’da geri adım atmaması gibi gelişmeler, ABD önderliğindeki yapının sarsıldığını gösterdi.
Tam da bu nedenle finans kapital yeni bir “zafer/prestije”e ihtiyaç duymaktadır. Çünkü sistem savaş, borçlandırma ve kaynaklara el koyma döngüsü üzerinde çalışmaktadır. ABD ekonomisinin içinde bulunduğu aşırı borç yükü —100 trilyon doları aşan toplam borç— küresel finansal balonlar, derin gelir eşitsizliği ve enerjide yaşanan dönüşüm, bu döngüyü sürdürülemez hâle getirmiştir. Çarkın dönebilmesi için yeni bir hegemonik hamleye, yeni kaynaklara ve yeni “batırılıp kurtarılacak” ülkelere ihtiyaç duyulmaktadır.
Latin Amerika’nın tarihsel birikimi—Bolivar’ın bağımsızlık vizyonu, Allende’nin onuru, Che’nin devrimci iradesi ve komünal konseylerin deneyimi—bu ufku besleyen güçlü damarları temsil eder.
6) Sonuç: Devrimci Yolun Eşiğinde
Arjantin’de yoksulluk, Venezuela’da ambargo, Afrika’da borç kıskacı, Ortadoğu’da soykırım, Asya’da ucuz işçilik… Bunların tümü kapitalizmin çoklu krizinin farklı yüzleridir. Kriz ekonomik olduğu kadar siyasi, ahlaki ve varoluşsaldır—en temelde sınıfsaldır.
Bugün dünyada şekillenen çok kutupluluk tartışması, sosyalistler açısından nihai bir kurtuluş perspektifi sunmaz. Biz, Rusya, Çin, İran veya diğer BRICS ülkelerinden özgürlük ya da sosyalizm beklemiyoruz; zira bu güçlerin her biri kendi ulusal çıkarları ve kapitalist dinamikleri doğrultusunda hareket etmektedir. Ancak nesnel gerçeklik şudur: Batı emperyalizmiyle yaşadıkları çelişkiler, dünya sisteminde belirli gedikler açmakta; bu çatlaklar zaman zaman devrimci hareketler için manevra alanı doğurabilmektedir. Sosyalistler için mesele, bu güçlerden medet ummak değil; emperyalist merkezlerin her zayıflayışının, ezilen halklar açısından stratejik bir avantaj yaratabileceğini bilerek bu çelişkileri lehimize kullanabilmektir.
Gerçek kurtuluş, hiçbir büyük güce yedeklenmeden; proletaryanın bağımsız, örgütlü, bilinçli ve enternasyonalist mücadelesiyle mümkündür. Tarih defalarca göstermiştir ki dünya sistemini kökten dönüştürecek olanlar, onu elleriyle kuran ve onun tarafından sömürülen milyonlardır.
Marx’ın sözüyle bitirelim:
“Dünyayı değiştirecek olanlar, onu elleriyle kuran emekçilerdir.”
Kaynak:
- V. I. Lenin, Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması
- ExxonMobil, Annual Report: Stabroek Block Operations, Guyana, 2024.
- BBC Mundo, “Venezuela denuncia intento de ‘bloqueo naval’ por parte de EE.UU.”, 2025.
