Umut Yazıları

Sömürgeci Şer İttifakı – XWE Metin Ayçiçek



MHP’li bir CHP adayı

AKP’yi geriletmek için CHP+İyi Parti ittifakını desteklemek düşüncesi, argüman yaratarak kendini savunmaya çalışırken, CHP’nin gönlünü kaptırdığı tescilli faşist Mansur Yavaş ile sürdürdüğü aşk meyvelerini vermeye başladı bile. Parti olarak HDP’nin de ‘aday göstermeyerek’ dolaylı destek sunacağı düşünülen CHP’nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayı kaşarlanmış ülkücü Mansur Yavaş, seçim çalışmaları sırasında yaptığı konuşmada CHP’ye şükran borcunu ödemeye çalışarak şöyle diyordu: “Ben de diyorum ki televizyonlarda, ‘benim geldiğim gelenek belli’. Benim kökümün ne olduğunu hepiniz biliyorsunuz değil mi? Neyinden korkuyorsunuz? PKK’lı bir defa belediyenin kenarından geçemez benim olduğum yerde. Oslo’yu, Habur’u kimse unutmadı daha. Bunlar ağzımızı açtırmasınlar!”

Elbette Yavaş’ın geldiği geleneği biliyoruz. Bir öncesi Ankara Belediye Başkanı olan ülküdaşı gibi, binlerce devrimcinin kanlarını ellerinde taşıyan, ırkçı-faşist yapının önemli bir kadrosudur Mansur. PKK için söylediği sözler ise kendinin yanı sıra kitleleri de aptal yerine koymanın alışıldık tipik tekerlemenin en geri düzeyde tekrarlanmış bir örneğidir.

1984’ten bu yana NATO’nun ABD’den sonraki en büyük askeri gücüne sahip olmakla övünen Türkiye’nin bütün Genel Kurmay Başkanları, “PKK’yi birkaç ay içerisinde bitirecekleri sözünü vererek” göreve başlamışlardır. Ama biliyoruz ki “it ürür kervan yürür.” Mansur’un belediyesinin kapısından geçmesine izin vermeyeceği sözünü verdiği o PKK, bugün Ortadoğu’nun en önemli politik ve askeri aktörlerinden biridir. Yani 35 yıldır halkın temel besinleri olan soğanından domatesinden keserek mermiye yatırdıkları bütün olanaklara rağmen İŞİD’e ve onun yaratıcısı Türkiye’ye karşı onurlu bir direniş gösteren Kürdistanlı ve enternasyonalist ittifakın gerillaları bugün de güçlenerek varlıklarını sürdürüyorlar.

Mansur “Oslo’yu, Habur’u kimse unutmadı daha” diyerek Kürtlerle sürdürülen müzakereleri de reddettiğini belirtmektedir. Bu tutumuyla, bir zamanlar PKK lideri Öcalan ile devlet adına müzakerelere oturmak zorunda kalan AKP’den de radikal bir milliyetçiliği sürdürmekte inatla direniyor. Böylece sömürgeci-kapitalist devletin kök hücresi CHP ile ortaklaştığı ana politik ilkenin altını bir kez daha çiziyor bu faşist rezillik: “Sömürgeci-Irkçı milliyetçilik.”

Aslında yukarıdaki iki paragrafta Mansur’a aktardığım örnekler topu topu birkaç on yıllık tarihe ilişkin örneklerdir. “Sorgulama-okuma-araştırma” yeteneğini, dolayısıyla kendine güven duygusunu bütünüyle kaybetmiş olan toplum giderek “ben” olmaktan daha hızla uzaklaşarak “biz olma” güvencesinin hücresine kapatmıştır kendini. Günümüzün güce ve lidere tapınan biat hallerinin sarhoşu, kişiliksiz bir toplum böyle varoldu.

★★★

CHP’li bir “ulusalcı” hukukçu

Mansur’un bir diğer düşünce yoldaşı Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu. Bir ulusalcı “hak savunucusu.” Ama biliyoruz ki din, inanç, millet, devlet gibi kimliklerden bağımsız düşünemeyen bireylerin adil bir hukukçu ya da objektif sorgulama ve bağımsız düşünebilmeyi becerebilen bir bilimci olabilmesi olanaksızdır. Feyzioğlu bu iki tanıma da uygun bir milliyetçidir. O ne bir hukukçu ne de bilimsel düşünme yeteneği olan bir araştırmacıdır. Beyni en az AKP liderinin beyni kadar arızalıdır.

Bu hukukçu düşünür şunu diyor: “Türk kelimesini üst kimlik. Türk milletini çatı olarak kabul ederseniz, burada Türkün ve Türk milletinin kullanılmasında üstün kamu yararı vardır… (“Türküm doğruyum” diye başlayan ve Türk dışında kalan halkların asimilasyonunu hedefleyen) Andımız, ilkokuldan başlayarak evlatlarımızın vatanlarına ve milletlerine bağlılığını düzgün bir kalıp içinde koyan bir tekrardır… Bunun kaldırılmasında da Türk milletinin bağını zayıflatmak gibi bir olumsuz sonuç doğacağı için kamu yararı yoktur.”

Feyzioğlu’nun büyük bir şovmen ama ancak eğitimle elde edilebilecek kadar derin bir cahil olduğunu biliyorum. Ve bu nedenle elbette o bunun farkında olamaz. Savunduğu iğrenç andın yazarı Rodoslu Reşit Galip Bey (Mustafa Reşit Baydur) 30’lu yıllarda sömürgeci Cumhuriyet’in Milli Eğitim Bakanı idi ve 1930 yılında, başında Prof. Afet İnan’ın yer aldığı bir çalışma grubu ile gerçekleştirilen kafatası ölçümleriyle Türk ırkının ari (aryan) ırk olduğunu kanıtlama çalışmalarının başlattı. Kullandığı kafatası ölçme aleti Cumhuriyet’in ilk sağlık bakanı olan Dr. Rıza Nur tarafından icat edilen Pelvimetre adında, pergele benzeyen bir aletti. Bunu kafatası ölçümlerinde ilk kullanan Reşit Galip idi ve daha sonraları faşist-milliyetçiliğin babası Nihal Atsız’ın hobisi haline geldi. (Cemal Granda. Atatürk’ün Uşağı İdim. Hürriyet Yayınları.) Yani Hitler’e ilk armağanımız Türk icadı olan bu alet (sefalometre) oldu.

Andımızla başlatılıp “tek dil Türkçe” dayatması ile sürdürülen bu sömürgeci soy kırım günümüze kadar bütün sistem partileri tarafından değiştirilmeksizin uygulandı. Çocuklar üzerinden gerçekleştirilen asimilasyonun hedef olarak bir soykırım türü olduğunu günümüzde artık Türk ulusalcı-milliyetçileri dışında kabul etmeyen bir düşünür yoktur.

Birkaç yüzyıl öncesi de sömürgecilerin soykırım politikaları kitlesel katliamlarla birlikte çocuklara yönelik asimilasyonla sürdürülmekteydi. Fransız sömürge komutanı General Leclerc, 1802 yılında kayınbiraderi Napolyon’a yazdığı bir mektupta Haiti yerlileri için şöyle diyordu: “Bu ülke hakkındaki fikrim şudur: Dağlarda yaşayan on iki yaşından büyük kadın-erkek bütün zencilerin kökünü kazımak, ovalardaki zencilerin yarısını yok etmek ve rütbesi olan bütün melezlerin rütbelerini geri almak gerekir.” Öldürülmeyen 12 yaşından küçükler ise asimile edilerek köleleştiriliyordu. (Eduardo Galeano. Latin Amerika’nın Kesik Damarları.)

Feyzioğlu, Ermeni soykırımını da bu ırkçı yaklaşımla değerlendirmiştir: “Her 24 Nisan’da göstermelik çağdaşlık ve modernlik uğruna ‘Hepimiz Ermeniyiz’ diyerek, kendini Batı dünyasına kabul ettirmeye çalışan malumlara inat bugün diyoruz ki ‘Hepimiz Türküz.’ “

Aslında devlet-hukuk arasındaki doğrudan ilişkinin çok net bir örneğidir Feyizoğlu. Cumhuriyet tarihinde adalet, cumhuriyetin yapısının dışında oluşturulamazdı. Sömürgeci bir devletin hukuku sömürgeciye hizmet için düzenlenir. Bu nedenle Feyzioğlu, Cumhuriyet’in hukuku ile tam bir uyum içerisindedir. İşte “Atatürk devrimlerinin atılım yaptığı” ve sömürgeci Türk hukukunun inşa edildiği 30’lu yılların Adalet Bakanı CHP’li Mahmut Esat Bozkurt. 1930 Eylül’ünde, Adalet Bakanı iken ve Türk Ocakları’nın hamisi (koruyucusu) namını da üzerinde taşırken Mahmut Esat Bozkurt şöyle der: “Sadece Türk milletinin bu memlekette milli haklar isteğinde bulunma hakkı vardır. Diğer unsurların böyle bir hak talebinde bulunmalarına imkân tanınmaz.” Ve devam ederek; “Gerçekleri saklamanın gereği yoktur. Türkler bu memleketin yegâne sahipleri, yegâne efendileridir. Türk orijininden gelmeyenlerin bu memlekette sadece bir tek hakları vardır: Asil Türk milletine kusursuz olarak hizmetkârlık ve kölelik etmek”tir. (Mahmut Esat Bozkurt. Milliyet Gazetesi. 19 Eylül 1930) demekteydi. MHP kurucusu Alparslan Türkeş, 1944 yılında yargılandığı “Irkçılık Davası”nda mahkemeye şöyle söylemektedir: “Üniversitede okutulan (ve Atatürk’ün en yakın arkadaşı, değişik bakanlıklar ve başbakanlık yapan Recep Peker tarafından yazılan-Xwe)  ‘İnkılâp Tarihi Dersleri’ ve Atatürk ihtilâli adıyle yayınlanmış olan Mahmut Esat Bozkurt’un kitabı da ırkçılığa ait pek çok açık ifadeler taşımaktadır.” Alparslan Türkeş. 1944 Milliyetçilik Olayı.)

Bu hukuk tarihinin devamı Yassıada yargıçlarıdır. İslamcıları Meclise sokmamak için Anayasa’yı kasıtlı olarak yanlış yorumlayan (ve bunu emekliliğinde itiraf eden) Anayasa Mahkemesi Başkanı Profesör Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’dir; Aralık 2000’de cezaevlerine yapılan kanlı baskınla 32 savunmasız mahkûmu diri diri yakan operasyonun mimarı hukuk profesörü Demokratik Sol Parti’li Hikmet Sami Türk’tür; Anayasa hukuku Profesörü AKP’li Burhan Kuzu’dur.

Şimdi Karaoğlan Ecevit’in meydanlarda bas bas bağırarak attığı “düzen değişecek” sloganına yönelik Çetin Altan’dan gelen muzip ve zekice eleştiriyi nasıl hatırlamayız: “Düzen değişse kaç para Bülent, düzülen aynı olduktan sonra?”

★★★

AKP’li yalanların efendisi ve zirve yapan cehalet    

Tayyip, 28 Şubat’ta Erzurum’da yaptığı konuşmada “Bu ülkeyi bölemeyecekler. Kürdistan Kuzey Irak’ta. Çok seviyorlarsa oraya gitsinler. Benim ülkemde Güneydoğu Anadolu var. Doğu Anadolu var. Karadeniz var. Kürdistan diye bir yer yok” demiş. Demiş de iyi halt etmiş. Hani şu “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” Cemaatinden ya da CHP’li Atatürkçülerden tek gık çıkmamış.

Elbette böyle bir beklentimiz de yoktu. Sömürgeciliğin kök hücresi CHP’li birinden Kürt’ün inkarına karşı ses çıkmasını beklemek de elbette komik olurdu.

Oysa Kürdistan diye bir ülke sadece Irak’ta değil Anadolu’da da var. Adına Kuzey Kürdistan ya da Kürdistan’ın Kuzeyi, ya da (yanlış anlaşılmaya müsait olsa da) Türkiye Kürdistanı da denilen bir ülke var. Üstelik mitolojik bir öykü olarak değil, resmi devlet kayıtlarında ve hatta Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal’in ağzından dökülen sözler ya da eliyle yazılan belgelerde de var.

Ama böylesi bir ülkede böylesi bir düzeyde böylesi bir cehalete şaşmak mümkün değil, biliyoruz.

Bu adam Meclis Kütüphanesini ya da arşivlerini hiç mi merak etmedi?

Örneğin 29 Mayıs 1919’da, 9. Ordu Birlikleri Müfettişi Mustafa Kemal’in Havza’dan Genelkurmay Başkanlığı’na çektiği telgraf:

“Bağımsız Kürdistan görüşünü savunan, Diyarbakır’daki Kürt Kulübü ile hükümet yandaşı olan öteki kulüpler arasındaki çelişkinin arttığını araştırmalarımdan öğrendim. Kürtler’e ve KÜRDİSTAN üzerinde etkili, savaş sırasında yakınlık ve sevgilerini çok iyi kazandığım Kürt ileri gelenlerinden bazılarına doğrudan, bazılarına Kolordu aracılığıyla telgraflar çekerek, devletin gerçek durumunu ve kendilerince alınması gereken önlemler için gereği kadar bilgi vererek, etkili öğütlerde bulundum.

Son günlerde edindiğim bazı bilgilere göre, KÜRDİSTAN bölgesiyle de ilgilenmek gerekiyor, Bunun için bağımsız KÜRDİSTAN olmak üzere, İngilizlerce de desteklenen hangi bölgelerdir” … (Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Sayı: 4)

Örneğin 20 – 22 Ekim 1919 tarihli Amasya Protokolü Tutanağı’nın 1. Maddesi:

“Bildirgenin 1. Maddesinde Osmanlı devletinin düşünülen ve kabul edilen sınırları, Türk ve Kürtler’in oturdukları yerleri kapsadığı ve Kürtler’in Osmanlı topluluğundan ayrılmasının olanaksızlığı belirtildikten sonra, bu sınırın en az bir istek olmak üzere elde edilmesinin sağlanması gereği ortaklaşa kabul edildi.” (-1-Yurt Ansiklopedisi, Cilt: 1, Amasya maddesi. -2- Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları, Mustafa Onar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1995, Cilt: 1, Sayfa: 268, Belge no: 348)

Örneğin, altında “Büyük Millet Meclisi ve Mustafa Kemal” imzası bulunan ve El-Cezire Komutanı Tuğgeneral Nihat Paşa’ya gönderilen 6 Zilkade 1338 (22 Temmuz 1920) tarihli BMM İkinci Oturum:

El-Cezire Cephesi Komutanı Tuğgeneral Nihat Paşa’ya iletilen mesaj:

“MUSTAFA KEMAL BEY – Kürdistan hakkında Büyük Millet Meclisi Vekiller Heyetinin El cezire Cephesi kumandanlığına talimatıdır: (Günümüz Türkçesiyle):

1-Aşamalı olarak, bütün ülkede ve geniş ölçekte doğrudan doğruya halk gruplarının ilgili ve etkili olduğu bir biçimde yerel yönetimlerin oluşturulması iç politikamızın gereğidir. Kürtlerle dolu bölgede ise, hem iç politikamız ve hem de dış politikamız açısından ölçülü yerel bir yönetim kurulmasını savunmaktayız.

2-Ulusların kendilerini yönetmeleri yetkisi bütün dünyada benimsenmiş bir ilkedir. Biz de bu ilkeyi benimsiyoruz. Kürtler’in bu döneme kadar yerel yönetime ilişkin örgütlerini kurmuş ve başkanları ile yetkilerini bu amaç için bizce kazanılmış olması ve oyladıklarında kendi kaderlerine gerçekten sahip oldukları BMM (Büyük Millet Meclisi) buyruğunda yaşam istekleri yayınlanmalıdır. KÜRDİSTAN‘daki bütün çalışmaların bu amaca dayalı politikaya yöneltilmesi El-Cezire Cephesi Komutanlığı’nın görevidir.

3-KÜRDİSTAN‘da Kürtler’in Fransızlar ve özellikle Irak sınırında İngilizler’e karşı düşmanlığını silahlı çarpışmayla durdurulamaz bir düzeye vardırmak ve yabancılarla Kürtler’in birleşmesini engellemek, aşamalı olarak yerel yönetimler kurulmasının zeminini hazırlamak ve bu yolla yürekten bize bağlılıklarını sağlamak Kürt yöneticilerinin sivil ve askerlik görevleriyle görevlendirilerek bize bağlılıklarını pekiştirmek gibi genel yollar benimsenmiştir. (Son 4. ve 5. maddeler uygulamaya ilişkin yetkiler.)

BMM Başkanı Mustafa Kemal.” (TBMM. Gizli Celse Zabıtları, Türkiye İş Bankası Yayınları, 1985, Cilt: 3, Sayfa: 550.)

Zaten ne Tayyip ne Kılıçdaroğlu ne de ara aparatlar için bunları yazmaya gerek yoktu. Sömürgeci mumunu yatsıya kadar bile yakamaz, ama onlar bütün ülkeyi ve ülkeleri halklarıyla birlikte yakarlar.

Bilin bakalım, yere bastıkça çizmeleriyle toprağı titreten Mussolini’yi son gördüğünüzde ayakları neredeydi?

Bilin bakalım, “dünyayı yakan Hitler ölmeden önce en son neyi yaktı?”

Paylaşın