Umut Yazıları

Seçime İki Kala – XWE Metin Ayçiçek


Bu yazıya bir özeleştiri ile giriş yapmak istiyorum. Yoldaşım İrfan Cüre, bir önceki yazımda geçen “günümüzde bu devlet ittifakına herhangi bir konuda destek olmak, artık ‘yanılgı’ olarak bile adlandırılamayacak bir insanlık suçudur” cümlesini aktararak, “bu dilin ve iddianın, seçimlerdeki tercihi farklı olan devrimci-demokratlara yönelik büyük haksızlık olduğunu” saygınlığını koruyan bir eleştiri ile yöneltti. Kesinlikle haklıydı. Türk devletinin uzun zamandır Türkiye halklarına, işçi ve emekçilere, ezilenlerin bütününe ve kadınlara yönelik yaşattığı zulme “dur!” diyememek, hepimizi aşırı bir öfkeye boğdu. Yaşamakta olduğumuz sürece tepkimiz, zaman zaman dilimizin kontrolünü kaybetmemize neden olabiliyor. Oysa bu tür dönemlerde dilin kontrolü daha büyük dikkat istiyor. Politik strateji ya da taktik farklılıklarımızdan yola çıkarak farklı düşünenleri ‘insanlık suçu işlemekle suçlamak’ büyük haksızlık ve kastını aşmak olarak değerlendirilmelidir. Bu tür değerlendirmelere yazımın içeriğinin değil dilinin neden olduğunun farkındayım. Bu nedenle, seçimlere ilişkin farklı tutum içerisinde olduğumuz yoldaşlarımızdan bir önceki yazımdaki ağır ve haksız suçlamam için özür diliyorum. Günü farklı okusak da, onlarla aynı aydınlık ufukların umudunu paylaştığımızın ve bu doğrultuda emek verdiğimizin bilincindeyim. İnsan, yanlışlarından da öğrenebiliyor, bu da bana ders olsun.

***

HDP’nin tutuklu bulunan eski Eş Genel Başkanı Sayın Selahattin Demirtaş’ın, Yeni Yaşam gazetesinde aktarılan 31 Mart seçimlerine ilişkin açıklamasına birçok nedenle katılmıyorum. Demirtaş HDP’lilere çağrı yaparak, “Gerekirse bağrınıza taş basın, ama mutlaka sandığa gidip ‘Faşizme Hayır!’ anlamına gelecek oyunuzu kullanın!” diyor ve HDP’nin bir seçim taktiği olarak aday göstermediği yerlerde İyi Parti ve CHP’ye oy verilmesi çağrısında bulunuyor.

Olaya sığ bakıyor da olabilirim, ama sömürgeciliğin kök hücresi CHP ile faşist hareketin diğer kanadı olan İyiP’nin oluşturdukları sömürgeci ittifaka oy vermenin neden “Faşizme Hayır” anlamına gelebileceğini anlamak benim için mümkün değil. Böyle bir saptamayı, CHP ve İyiP’nin parti programlarına ve tarih içerisinde yüzlerce kez tekrarlanmış olan politik eylemlerine bakarak yapmak zorunda değil miyiz? Bırakalım komünistleri ya da genel olarak sosyalist devrimcileri, sıradan demokratlar bile henüz Meral Akşener ittifakını kabullenememişken, CHP Genel Başkanı söylemleriyle ‘ülkücülükle’ bağını derinleştirmeye devam etmektedir. Meral Akşener’in MHP denen ırkçı cinayet örgütünde Faili Meçhullerin Efendisi katil Ağar’dan bir ‘bozkurt’ olarak devraldığı İçişleri Bakanlığı hizmet modeli, bugünün Fethullahçı İdris Naim Şahin ve Soysuz bin Bevval’in benimseyip uyguladığı cellat rolünün orijinal örneği değil miydi?

***

Ekrem İmamoğlu

Uzun süredir derinleştirilerek örülmekte olan bu ittifak gerçekte Barış Soydan’ın Ekrem İmamoğlu’na ilişkin yazdığı güzel yazısının başlığında çok güzel ifade edilmiştir. (Ekrem İmamoğlu’nun İnşaatçılığı, CHP’yle AKP’nin İnşaat Kardeşliği. Barış Soydan)  

10 yıllık siyasetçilik birikimine karşı İmamoğlu’nun inşaat sektöründeki müteahhitlik deneyimi haylice zengin. Aile firması olan İmamoğlu İnşaat’ın kurucusu ve yönetim kurulu üyesi. İlk politik deneyimi ise “İstanbul’un son 20 yılına damgasını vuran ve kenti tanınmaz hale getiren inşaat ‘hamlesinin’ (B. Soydan) sembollerinden biri” olarak tanımlanan Beylikdüzü Belediye başkanlığıdır. Ve bu profesyonel müteahhidin Habertürk TV’de yaptığı söyleşi, yapacaklarının da teminatı olarak düşünülmelidir. Çiçeği burnunda başkan adayının İstanbul’a ilişkin projelerinin başında ‘bir metro inşaatı’ geliyor. İkincisi ise, ‘doğru kentsel planlama ile çevre imar deprem sorununu çözmek’ başlığıyla ranta oynayan bütün siyasal partilerin başlık yaptığı, rant çetelerinin içinde yer alabilmek için büyük savaşlar verdiği ‘inşaat atılımı’ demektir. Oysa ekonomik krizin hızla büyüyeceği önümüzdeki yıllara yönelik projeler üreten “halkçı” bir adayın önceliği, İmamaoğlu’nda 3. 4. sıraya itelenmiş olan “yoksulluk ve işsizlik sorunun çözümü” olmalıydı. Bu bir sıralama yanlışı değil, özellikle inşaat sektöründe yoğunlaşmış ve Türkiye ekonomisinde hemen hemen biricik ekonomik kaynak olan rant alanının yeniden paylaşımına ve böylece halihazır sistem egemenlerini rahatlatmaya yönelik önemli bir mesajdı. Bu nedenle aynı TV kanalında kendisine yöneltilen “İmar felaketine bakış açınız nasıl?” sorusunu somut olarak yanıtlamak yerine “çocuklarımıza yaşanacak bir İstanbul bırakmak istiyoruz” gibi içeriği belirsiz tekerlemelere yönelmiştir.

Ve kendisine oy vermemiz istenen bu İmamoğlu, kendi internet sayfasında, “1864 yılında Çarlık Rusyası tarafından sürgün edilen ve Çerkesler için ‘sonun başlangıcı’ olan o büyük ölüm yolculuğunu” henüz keşfederken, Ermeni soykırımına, Alevi, Ezidi, Süryani kırımlarına ve günümüze dek sürdürülen Kürt katliamlarına gözünü kapatarak şu andı tekrar ediyor: “Bu ülkenin varlığına canlarını veren tüm istiklal şehitlerimize, atalarımıza, ninelerimize, dedelerimize şükranlarımı sunuyorum. Ne mutlu ki böyle bir milletin ferdiyim. İyi ki varsın Türkiye Cumhuriyeti. Hep var olacaksın Türkiye.”

İnşaat sektörü içerisinden gelen İstanbul Belediye Başkan adayı İmamaoğlu’nun ilk ziyaretinin Sultan’ın Sarayı olması bir rastlantı değildi herhalde. Elbette son AKP+MHP cephesinin mitinginde tescilli iki katil olan Tansu Çiller ile Mehmet Ağar’ın birlikte boy göstermesi de planlı bir gösteri idi. 17500 faili meçhulün faili Mehmet Ağar alçağıyla boy göstererek verilmek istenen mesajın da, CHP’li İmamaoğlu’nun Sultan Şeddâd’ı ziyaretinin de sömürgeci ‘devletin bekası’ ile ilgili olduğunu görmezlikten gelmek mümkün mü?

Gizemli yorum yapma meraklıları için yazayım: Çiller’li Mehmet Ağar’lı AKP+MHP mitingleri ya da Mansur Yavaş’lı CHP+İyiParti ittifaklarının sırrı ‘sömürgeci devletin bekası’ şifresinde gizlidir. ‘Devletin bekası’ hamaseti üzerinden gerçekleştirilen uygulama ise, inşaat sektörü rantının talanı üzerine oturan bir bozkurt kardeşliğinin yaratıcısı ve tipik örneğidir.  

***

Sayın Demirtaş söz konusu açıklamasında, “Seçim sonuçları, demokrasi ve barışın gelişmesine fırsat sunabilir. Oyunuz bu nedenle çok kıymetlidir. Seçimi boykot etmeyi asla düşünmeyin. Biz partililerimizden, aday çıkarmadığımız yerlerde CHP veya İYİ Parti’ye severek veya gönülden oy vermelerini beklemiyoruz. Bu gerçekçi de değildir. Ama bazen bir tek oy, birçok mesaj içerir. İşte sizin oyunuz ‘çok mesajlı bir güce’ sahip, stratejik bir oydur” ifadelerini kullandı.

Elbette günümüz koşullarında özellikle ‘yerel’ seçimi boykot etmenin bir getirisi yoktur. Benim de bir boykot çağrısı yapmak aklımdan geçmez. Ve bazen seçim sonuçları, demokrasi ve barışın gelişmesine fırsat sunabilir. Ama bu fırsattı yaratacak olan şey bizatihi seçimin kendisi değil, seçime katılan partilerin politik duruşları, idealleri ve istemleridir. Bugün oluşturulan ve kilit noktalarını faşist hareketlerin işgal ettiği, yani birbirinin aynı olan ittifaklardan bir ‘barış’ fırsatı doğabileceğini düşünmek hayal kurmaktan başka bir gerçekliğe tekabül edemez.

Bu nedenle, bugün barışı ve özgürlüğü savunan tek güçlü muhalif parti olan HDP’nin, seçilemeyecek olsa bile her yerde kendi adaylarıyla seçime katılması, ‘barış ve özgürlük bilincinin yaygınlaştırılması için’ temel hedef olmalıydı. Kendi adayımızı çıkaramadığımız yerlerde ise, Türkiye Cumhuriyeti sömürgeciliğinin kurucusu olan CHP ve küflenmiş faşist İyiParti’yi desteklemek yerine, öncelikle “Kürt kimliğinin varlığını kabul eden”, asgari program hedeflerimize saygılı, anti-şovenizm ilkesini benimsemiş ‘bağımsız’ adayları desteklemek, siyaset anlamında daha doğru ve güvenlikli bir tutum olacaktı. Mevcut sistem içerisinde ‘barış, özgürlük ve çoğulcu katılımcı bir demokrasi isteminin’ gerçekleştirilebilmesinin asgari güvencesi bu tür bir tutum olabilirdi.

Üstelik bu dönemde kullanılacak oyların Demirtaş’ın söylediği gibi ‘stratejik’ bir öneme sahip olduğunu da düşünmüyorum. Strateji, “Önceden belirlenen bir amaca ulaşmak için tutulan yolların ve uygulanan yöntemlerin tümü” olarak tanımlandığına göre, bugünkü somut koşullar içerisinde, CHP+İyiP ittifakının desteklenebilmesi için, bizim nihai amacımız şöyle dursun, faşizme karşı sıradan bir eylem birliğinin gerektirdiği kadar bile bir ortaklığımız yoktur. Çünkü ‘devletin bekası’ ve ‘Türk milliyetçiliği’ üzerine aynı düşüncelere sahip olan bu dört partinin mevcut sistemin az da olsa demokratikleştirilmesine yönelik bir projeleri yoktur.

7 Haziran 2015 seçimlerinde HDP’nin “sadece demokrasinin bir parça daha geliştirilebilmesine hizmet edilmesi istemiyle” koşulsuz olarak sunduğu (AKP+CHP hükümeti dahil) bütün olanakları elinin tersiyle iteleyip, 1 Kasımda erken seçimlere gidilmesinin yolunu ‘bilerek ve isteyerek açan” Kılıçdaroğlu yönetiminin, üstelik saflarında var olan bir avuç demokrat kişiyi de eledikten sonra, bir demokratik açılım yapabilmesi olanaksızdır. Bu ittifakın zaferinin, ‘faşizmi engelleyeceği’ iddiasını bir kenara bırakın, mevcut hukuksuzluğun üzerine oturarak, demokratik hakları daha da daraltmayacağının hiçbir garantisi yoktur. Tersini kanıtlayacak çok sayıda örnek göstermek için en basit akıl yürütmeyle birlikte gerçekleştirilebilir. “Anayasa’ya aykırı olduğunu biliyorum ama yine de -HDP’yi vuracak olan- dokunulmazlıkların kaldırılması önerisine ‘evet’ diyorum” diyebilen bir Genel Başkan’ın bugüne kadar partisi içinden ciddi bir tepki görmemesini bir rastlantı olarak tanımlamak, siyasal körlükten başka bir şey olamaz.

***

Mansur Yavaş

1999 ve 2004 seçimlerinde MHP’den aday olup ikincisinde Beypazarı Belediye Başkanı; 2009’da yine MHP’den Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı adayı; Aralık 2013’de CHP üyesi; 2014 yılında kazanamadığı yerel seçimlerde Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayı; 2016’da CHP’den istifa, ve bugün yine bir kez daha CHP’nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayı.

Deniz Gezmiş’i “çete elemanı”, Yılmaz Güney’i “katil”, Eşber Yağmurdereli’yi “kör”, Yaşar Kemal’i hain olarak tanımlayan bir ülkücü. Türkiye’nin en kanlı cinayet örgütü olan “ülkücü” geçmişiyle hala gurur duyduğunu söyleyebilen Mansur Yavaş’ı mı seçeceğiz şimdi? Hayır, bunu yapmak vicdanen mümkün değildir.

Ülkücü Mansur Yavaş’ın Kürtlere yönelik tehditleri, Ermenilere yönelik küfürleri, Alevilere yönelik saldırıları, komünistlere yönelik düşmanlığı düne değil bugüne ait bir ideolojik duruşun tezahürüdür. Alparslan Türkeşin eşi Seval Türkeş’i evinde ziyaret eden Yavaş, Seval Türkeş tarafından da kutsandı. Seval Türkeş, “Mansur Yavaş, hayatı boyunca milliyetçi görüşünden ödün vermemiş bir siyasetçidir” diyerek, ‘devletin bekası’ iddiasının hangi odakları hortlattığını açık olarak göstermiştir.

Yakın tarihten biliyoruz ki, Erdoğan’ın iktidarının pekiştirilmesi sürecinde, siyasal bir parti olarak CHP’nin büyük katkısı tartışılamaz bir gerçekliktir. Ve CHP’nin genel olarak Kürt halkına, özel olarak HDP’ye yönelik düşmanca tavrı ise hiç değişmedi. Ve bu tavır herhangi bir seçim süreci içerisinde ortaya çıkması anlaşılabilir olan bir seçim rekabetinden dolayı değil, “sömürgeci devletin bekası” gereği sürdürülmektedir.

CHP tabanında yer alan bireysel farklı düşünceleri elbette ciddiye alıyorum ve bunlara yönelik çalışmaların daha da yoğunlaştırılarak sürdürülmesi gereksinimini hiçbir zaman reddetmiyorum. Ama bu düşüncem, bir parti olarak ve bütünlüğü içerisinde CHP’yi kapsamamaktadır.

Yerel seçimlerde oyumu Kuzey Kürdistan’da toptan HDP adaylarına olacaktır. Batı’da ise HDP dâhil hangi siyasal gelenek ya da parti kökenli olursa olsun, anti şovenizmi açıktan destekleyip savunan ve Cumhur ve Millet gibi Devlet İttifaklarını temsilen değil de bağımsız aday olarak ortaya çıkabilen tutarlı demokrat adaylara vereceğim. Sömürgeci devletin omurgasını oluşturan CHP’nin parti adına gösterdiği bir adayın parti kararları dışına çıkamayacağını hepimiz bu kısa tarihsel süreçte çok sayıda örnekle gördük, yaşadık. Suça ortak olmayacağım!

***

Şimdiden, seçim sonrasını düşünmek zorundayız. Dünyanın da ciddi bir kriz arifesinde olduğu biliniyor. Bir süredir zaten ekonomik kriz içerisinde olan Türkiye’de, Sultan Şeddad’ın oylarını olumsuz etkileyebilecek hiçbir haber yayınlanamamasına rağmen, kriz halk içerisinde ciddi olarak yaşanmaya başladı ve öfkenin büyümesi olasıdır. AKP iktidarı, anlık, yapay ve astarı yüzünden pahalıya gelecek müdahale yöntemleriyle halen sürmekte olan ekonomik krizi engellemeye çalışsa da bunun sonuçsuz bir çaba olduğu net olarak bilinmektedir. Üstelik sadece Türkiye’de de değil, dünyanın metropol ülkelerinde de bu krizin bir iki ay sonrasında kaçınılmaz olarak derinleşeceği iddiası yüksektir.

Buna karşın, ekonomisi neredeyse bütünüyle iflas etmiş olan Türkiye’nin ekonomik varlığını sürdürebildiği borçlanma yoluyla gerçekleştirilen sıcak para girişini sağlaması da hem eskisi gibi kolay olamayacak, hem de olsa bile, faiz maliyeti çok yüksek olacaktır.

Türkiye’nin de dâhil olduğu bir ortak projenin ürünü olarak Ortadoğu’ya sürülen IŞİD terörü başta Kürt Özgürlük Hareketi olmak üzere, YPG, YPJ ve bölgenin diğer öz savunma güçleri tarafından yenilgiye uğratılarak boşa çıkarılmıştır. Suriye’de, yaratıcılarından biri de Türkiye olan üretilmiş iç savaş, büyük oranda Suriye Devleti’nin zaferiyle bitişe yönelmiş; ABD+İsrail+Türkiye ortaklığının beklentileri çok kanlı bedeller verse de, muhtemelen Esad üzerinden yeni çözümlerle sona doğru gitmektedir. Bu son, Türkiye’de de, savaş üzerinden elde edilen ganimet ve talan üzerinde sürdürülmeye çalışılan ekonomik ve siyasal yapıları alt üst edecektir.

Kürt Özgürlük Hareketi’nin bölgede giderek daha fazla itibar ve güç sahibi de olması ile birlikte, ‘devlet’ ve ‘millette’ tekçilikten vazgeçmeyen Ergenekon kalıntıları ve Saray’la bütünleşmiş Devlet Aklı yakın geleceği gördü ve kendince doğru okudu. Bu nedenle ‘ulusal savunma’ stratejisini yeniden inşa etti. Bu yerel seçimlerde, 1 Kasım 2015 seçim darbesinin Suruç ve Ankara katliamları ve başta Sur ve Cizre olmak üzere Kürt kentlerini kökten silme ve Kürt halkını göçe zorlama operasyonlarıyla elde etmeyi düşünüp de başaramadığı ‘bütün muhalefet alanlarını yok etmeye yönelik operasyon’ tekrar öne çıktı. CHP’nin sözde muhalefetine bile tahammül edilemeyerek, Saray İktidarının açıktan desteği haline getirilebilmesi, MHP ikizinin İyiParti adıyla CHP ailesine katılımıyla oluşturuldu.

Batı’nın sokaklarında öz savunma güçlerimizin henüz oluşturulamadığı bir dönemde, Ergenekon’la bütünleşen Sultan İktidarı’nın bu oyununu bozabilecek gücümüz olmasa da, sadece oyuna alet olmamak bile sanırım en doğru tutum olacaktır.  

Paylaşın