Sorgulamanın yer almadığı bir düşüncede Marksizm’den söz etmek mümkün değildir. Üstelik bu yöntemle ulaşılan sonuçların doğru olup olmaması da yorumlayanın yeteneklerine, bilgi ve birikimine bağlıdır. Elbette yorumcunun kendisi de yorumlarında yanılabilir. Ama bu yanılgının sorgulama becerisi olan bir kişiyi ürkütmesi artık olanaksızdır. Çünkü sorgulama yöntemi sürdükçe, kendi yanlışlarımızla yüzleşmek, hesaplaşmak ve ulaştığımız yeni sonuçları gerekçesiyle birlikte üstlenmek; doğru olmayan eylemi ya da düşünceyi üreten kaynağı bulup ortaya çıkarmak; irademize bağlı olmadan ve bu nedenle kendi hükmünü sürdüren “sürekli değişim” yasasını irademiz sınırları içerisine alarak değişimin yönünü manipülasyonların etkisinden kurtarıp bilincimizle yönlendirmek mümkündür.
“Düşünce ve eylemlerimizin sorgulaması” ya da güncel yaşamda hayatın her alanında sergilediğimiz pratik-politik tutumların sorgulanmasına yönelik konulara sıkça dönüşümün temelinde elbette kendimce nedenlerim var. Günümüzde Marksizm’e ilişkin kavrayışlarımızda da, genel kültüre yaklaşımımızda da, ideolojinin tanımında da, devrim-devrimcilik tanımlarımızda da, yaşam tarzlarımızın devrim için biçimlenmesinde de ciddi bir bulanıklık, muğlaklık söz konusudur. Bütünüyle yanılmayı diliyorum, ama genel olarak Marksizm bilinci, tarih bilgisi, hatta kendilerini tanımlarlarken sıkça “gelenekten” söz eden arkadaşlarımızın bu sözden anladıkları içeriğe ilişkin tanımlar dahi Marksist komünistler açısından ciddi sorunlar içerebilmektedir.
Örneğin, siz de benim gibi, Türkiye sosyalist hareketinin önemli bir kısmının iyice sağa kaydığını, hatta CHP’lileştiğini düşünüyor musunuz? Yanıtınız “evet” ise, nedenleri üzerine tartışarak değiştirme çabası içerisine girmekte tereddüt etmemek gerekir.
«««
Öncelikle üzerinden yarım asır geçen 68’ Hareketi’nin yarattığı onurlu yürüyüşü salt “yiğitlik, kahramanlık öyküleri” üzerine inşa etmekten vazgeçmek gerekmektedir. 68’in hareketinin düşünsel boyutlarının gençlik hatalarından arındırılarak tartışılmasının, onların mücadelesini daha doğru anlamamıza katkılı olacağını düşünüyorum. Bu mücadelenin başarılı olamamasını nedenleri üzerine doğru bir değerlendirmeyi gerçekleştirebilmenin geleceğimizi belirleyecek bir öneme sahip olduğunu düşünüyorum. Her tarih gibi, 68’ hareketi de değişime hizmet eden bir eleştiri süzgecinden geçirilebilmelidir. 70’ ortalarından itibaren oluşturulan sosyalist yapıların neredeyse bütününü etkileyen, yönelişlerini belirleyen bu tarihsel dönemin “Kemalizm” gibi bazı temel kavramları açıktır ki Kürt Ulusal Hareketi’nin özgürlük direnişinin yükselişi sonrasında, politik pratiğin de zorlamasıyla görece bir özeleştiriyle ittifaklara kadar uzanan bir değişime uğramaya başlamıştır.
Ne var ki bu değişimin Marksizm açısından yorumu ve eleştirel yöntemle ulaşılan sonuçlarının bilince çıkarılarak düşünsel zemininin güçlendirilmesi zorunluluğu, onun, geleneksel “egemen ulus devrimciliği” refleksiyle bir uçtan diğer uca salınmasını bütünüyle engelleyebilmek için bugün bile bir gereklilik olarak kendini dayatmaktadır. Örneğin HDP ya da PKK’nin attığı her adımın, “ulusal” özellikler atlanarak sıkça kuşku ya da eleştiri konusu yapılmasındaki alt güdünün biraz da bu bilince çıkarma çabasının yetersizliğiyle bağlantılı olduğu söylenebilir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin işgal altında tutulan Kuzey Kürdistan topraklarında yaşayan Kürt ulusal hareketinin acil taleplerinin, Türkiye sosyalist hareketinin en azından teorik olarak önceliği olan “modern sanayi proletaryasının ideolojik ve fiili önderliği altında” gerçekleştirmesini arzuladığımız sosyalist devrimi önüne koyan talepleriyle zaman zaman uyumsuzluk göstermesi olasıdır. Ama buna rağmen biliniyor ki, Kuzey Kürdistan’ın büyük bedeller ödeyerek başlatıp gerçekleştirdiği ve bugün güçlü mevzilerle donattığı mücadelenin nihai ve kalıcı zaferi de; Türkiye halklarının işçi ve emekçilerinin kurtuluşu da mevcut devlet iktidarını oluşturan egemen sınıf bileşimlerinin iktidarının alaşağı edilmesine bağlıdır.
«««
Sorun yine sorgulama çabasının artırılması noktasına taşınmaktadır. Kabul etmek gerekir ki, Marksizm öğretisi giderek daha fazla aslından koparılarak dillendirilebilir düzeye çekilmiştir. Bir yandan sistem hukuku eleştirilirken, zorlama nedenlerle, farklı koşullara sahip tarihlerden örneklerle dayanak bulmaya çalışarak sistem partilerine dolaylı dolaysız destek sunabilmek böylesi bir çarpıklığın ifadesidir.
Geçmişe yönelik eleştirilerin hemen arkasından gelen savunma tezleri genellikle şöyle olmaktadır: “Ama onların zamanında koşullar farklıydı; halkların demokrasi bilinci şimdiki kadar gelişmemişti vb.” Ya da kendimizi kandırmanın en ilkel hali olarak bu tür iddialar “tarih bilgisinden yoksunluk” ile açıklanarak “hoşgörü” koruması altına sığınılır. Doğal olarak bu tür açıklamalar –niyetlerden bağımsız olarak- günümüz milliyetçiliğini ve sömürgeciliğin korunmasını sürdürür.
Oysa Cumhuriyet’in sömürgecilik ve kapitalizmde karar verip ısrarlı olduğu yıllarda, komşumuz Sovyet sistemini inşa etmekte idi. Hatta Anadolu hareketine ilk maddi ve manevi desteği veren ülke, 1917 Ekim Devrimi sonrası kurulan Bolşevik iktidar idi. Yani o tarihsel dilim içinde yenileşme iddiasında olan genç bir ülkenin en azından ölçü olarak kabul ederek diğer sistemlerle kıyaslamasına olanak sağlayan bir başka model sistem var idi.
Eleştirilerden kaçabilmek için görmezlikten gelme ya da bilmezliğe sığınma kültürü, 68 kuşağına yönelik eleştirilerde de sıkça görülür. Örneğin bu kuşağın Kemalizm ile göbek bağını kesememesi iddialarına yönelik yanıtlarda da “ama onlar çok genç idiler” biçiminde ısrarla sürdürülebilmektedir. Ama Kemalizm’e ilişkin tanımı tamamen zıt olan Kaypakkaya da o kuşağın devrimcilerinden biriydi. O kuşağın bugün ulusalcıların en çirkin yüzünü sergileyen Perinçek hareketinin içerisinden sıyrılmakla kalmayıp, devleti doğrudan karşısına alan ve bu sömürgeci sömürücü devlete karşı aktif savaş başlatan bir Kaypakkaya’nın varlığı önceki tezimizi çürütüp, yeni bir sorgulamaya kapı açmaz mı? Varsayalım ki “devrim” anlayışına katılmıyorduk, ama devlet konusundaki görüşüne ilişkin suskun karşıtlığımız nasıl açıklanabilir? “Kemalizm ile sosyalizm arasında aşılmaz Çin Duvarları yoktur” diyebilen bir anlayışı yaklaşık yarım asır bağrında besleyen enternasyonalist komünist hareketimizin önemli bir bölümünün, Kaypakkaya’nın Kemalizm’e ve Cumhuriyet devletine yönelik eleştirisini “görmezlikten gelerek, susarak boğmak” yaklaşımının altında yatan nedenler acaba fikrimin ince gülü olarak varlığını sürdüren “milli duygular” mıydı? Kemalizm’e yönelik ciddi saptamalarla ortaya çıkan hareketlerin bile Kaypakkaya’nın saptamalarına yönelik derli toplu bir değerlendirmesinin olmaması da böylesi bir kaygının ürünü olabilir miydi? Kürt ulusunun varlığını ve Kürdistan’ın sömürge statüsünü geç keşfetmemizde; Ermeni halkına yönelik soykırımın geç kabulünde; Rum ya da Asuri-Keldani halklarıyla daha da geç tanışıp kucaklaşmamızda, yani bütün bu geç kalmışlıklarda, devleti bir Kaypakkaya gibi bütünüyle karşıya alamayışımızın etkisi yok mudur? “Dersim dört dağ içinde” ağıtlarıyla Alevi katliamlarını lanetlerken, bu katliamın lideri Mustafa Kemal’i Alevilerin kurtarıcısı gibi bir kabullenişe yönelik suskunluğumuz mevcut sistem ortaklarından “iyi-kötü” ayrımı üzerinden bir uzlaşma arayışı mıydı?
“Bunlar geride kaldı” diyerek bu tartışmanın gereksizliğini iddia ederken, günümüzde bile Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’nin her kararı üzerine şaibe üreten kuşkularla gündem belirlerken bu kirli geçmişin etkilerini yok saymak mümkün müdür?
Sadece Cumhuriyet sömürgeciliğinin değil, Maraş, Çorum, Sivas gibi yakın tarihin katliamlarının da birinci dereceden sorumlularından biri olan CHP’nin, bu tarihe ilişkin hiçbir özeleştiri yapmamasının dışında, günümüzde Kürt halkının demokratik sesi olan HDP’nin kökünün kazınması çabalarında da “mevcut hukuku bile reddetmeyi göze alarak” sömürgeci devletin en istikrarlı parçası olduğu gerçeğini görmezlikten gelmemiz mümkün müdür?
«««
Günümüzde Türkiye sosyalist hareketinin önemli bir kesimini teslim alan sorun, sınıf perspektifine dayanan devrim anlayışının ”mevcut politik iktidarla sınırlandırılmış” bir mücadele hedefiyle kendisini daraltmış olmasıdır. Başka bir ifadeyle “kendi sağından medet umma anlayışı” neredeyse hızla yayılan ölümcül bir hastalık gibi solun bünyesine girmiştir. Bu sıkıntı, esas olarak kendi gücüne olan güvensizlikten kaynaklanmaktadır.
Sömürgeciliğe karşı mücadele ise PKK özelinde büyük bir özveriyle ve militanca sürdürülürken, antişovenist çalışmanın ve propagandanın yetersizliği ve tutarsızlığı anti sömürgeci mücadele süreci mevcut koşullarda Anadolu topraklarında varabileceği sınırlara ulaşmış olsa da bu konuda tek başına devleti teslim alabilme gücü söz konusu değildir. Sömürgeciliğe karşı aktif mücadele, Batı çalı4şmasının yetersizliği nedeniyle ama doğal olarak devlet eliyle geliştirilerek işçi sınıfında da ulusalcı bir anlayışın yaygınlaşmasına ve güçlenmesini sağladı. Bu durum, sınıfla ilişkisi zaten çok az olan Türkiye sosyalist hareketini işçi sınıfından (iradesi dışında da olsa) biraz daha uzaklaştırdı. İşçi sınıfı a kalmasına neden oldu. Devlet baskısı ve yönetimiyle faşist ülkücüler tarafından ele geçirilen sendika yönetimleri, devletin doğrudan desteğiyle sınıf içerisinde ciddi bir güç oldular. Sınıfın giderek daha çok sağa kayması, milliyetçiliğe daha güçlü sarılması sürecinin de devamlılığını sağladı.
Bu nedenle, Batı’da uzun bir süre, işçi sınıfı içerisinde milliyetçiliğe karşı antişovenist mücadelenin çok keskin çatışmalarla süreceğini bugünden söyleyebiliriz. Milliyetçi sendikalar içerisinde mafya yöntemleriyle yuvalanan ülkücü sendika yönetimlerinin varlığını da hesaba katınca, sınıf çalışmasının açık silahlı güçlerin gölgesi altında sürebileceğini şimdiden söylemek yanlış olmaz sanırım.
Ve bu yazdıklarımın, çok sevinerek kabulleneceğim bir yanlış saptama olması samimi dileğimdir.
«««
Bir proleter devriminin objektif koşullarının var olup olmaması tartışmaları Lenin’in “Emperyalizm” çıkışıyla birlikte zaten Marksist-Leninist politik akımlarda son bulmuştu. Ne var ki devrimin objektif koşullarının olması devrimin gerçekleşmesi için yeterli bir durum değildir.
Sorun, geleceğin iktidarını oluşturacak sınıfın büyük çoğunluğunun devrimin yanında değil karşısında olması; sömürge Kürdistan’ın varlığı üzerinden kurulan egemen ulus milliyetçiliğini bir değirmen taşı gibi boynunda taşıyarak, sınıf çıkarlarına karşı bir tutum içerisinde sistem yanında durması durumu aşılamamıştır. Emperyalizmin her türlü çağdaş araç ve teknoloji ile gerçekleştirdiği manipülasyonlarla çağımızda “bağımlı yarı-bağımlı halkların kendi kaderlerini tayin” iradesinin olanaksızlığı ya da “işçi sınıfının devrimci misyonunu yitirdiğine, devrimler çağının kapandığına” ilişkin teoriler aydınlar arasında bir süre tartışma konusu yapılsa da, iddianın birincisini Kürdistan Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin ulaştığı zafer noktası boşa çıkarmıştır.
İkincisini ise Türkiye işçi sınıfının mücadelesi tarihin çöplüğüne gömebilir.
«««
Elbette umudumuz ve çabamız emperyalizmin küreselleşme sürecinde bolca pompaladığı yukarıda aktardığımız ikinci tezi de boşa çıkarmaktır. Türkiye topraklarında, bir veba mikrobu gibi bütün çevresini yok eden diktatoryal sistem, rant alanlarının hızla daralması nedeniyle kendi içinde de ciddi bir çatışmaya gebedir. Bu çatışmanın birinci adımı, ülke dışındaki varlığıyla etkili olamayacağı düşünülen Fethullah Gülen ve Haram Çetesi ile girilen iktidar alanlarının paylaşımında ortaya çıkan çatışmadır. Tayyip henüz bu çatışmayı kesin bir zaferle bitirememişken, aynı nedenlerle eski yol arkadaşları ve AKP bünyesi içerisindeki bugünkü yol arkadaşlarının da bir kısmıyla kaçınılmaz olarak yeni çatışmalara girmek zorundadır.
Bu çatışma önümüzdeki aylarda beklenen büyük ekonomik krizle halk kitleleri arasında işsizlik, yoksulluk, şiddet, intihar olaylarıyla toplumu kuşatacaktır. Bu süreç içerisinde bu kitlelerin içerisinde olmak, kitlelerin tepkilerini sisteme yönlendirmek Batı devriminin olmazsa olmaz zorunluluğudur. Bilinen bir gerçekliktir ki açlık ve sefalet, devrimi de en kanlı karşı devrimi de iktidara getirebilen bir güçtür.
Bu düşüncenin en önemli adımı, Türkiye topraklarında, sömürgeciliği yani Kuzey Kürdistan’ın sömürge statüsünü reddeden; işçi sınıfı ve diğer ezilen sınıfların talepleri üzerinde kurulacak, özgürlükçü, çoğulcu, antiemperyalist antikapitalist bir halk iktidarı için en geniş cephenin oluşturulmasıdır. Sömürgeciliğin tasfiyesi ulusalcı anlayışların yıkılmasını sağlayarak, işçi sınıfını üretilmiş “milliyetçilik” takıntısından kurtararak, sınıf çıkarları için mücadeleye olanak verecektir.
Demokratik halk iktidarını hedefleyen böylesi bir demokrasi cephesinin varlığı, işçi sınıfının iktidarı için mücadeleyi örgütleyip güçlendirebilecek yeteneklere kısa zamanda kavuşur. Ama egemen sınıfların bileşimini ifade eden Oligarşik iktidarın yıkılıp, işçi sınıfı ve emekçilerin kendi iktidarlarını kurabilmesi için işçi sınıfının ve ezilen halk sınıflarının güçlü örgütlenmelere sahip olması gerekir. Bugün bu örgütlenmenin yetersiz olduğu bilinen bir gerçektir. Ama toplumsal tansiyonun yükseldiği dönemlerde sistem karşıtı örgütlerde olduğu kadar sistem yanlısı kesimlerde de örgütlenmeler olağanüstü bir hızla gelişir. Bunlar yerel halk meclislerinden genel mücadelenin yönetimini üstlenecek devrimci partilere kadar her tür karar ve irade organı olarak ortaya çıkabilir. Ve bütün bu örgütler pasif eylemlerden aktif direnişlere kadar her tür mücadele biçimlerinin zenginleştirilip özellikle metropol varoşlarında yaygınlaştırdığında, devletin silahlı güçlerini belli oranda bloke edip, cesaretlerini törpüleyebilirler.
«««
Evet, bu notlar, “çok bilinen tezlerin tekrarı” olduğu düşüncesiyle yorumlanabilir ve elbette böylesi bir yorum kesinlikle doğru ve haklıdır. Ama sorun, bu aktarılanların okur tarafından bilinip bilinmemesi değil, yaşama geçirilişinde bu tezlerin ne kadar içerisinde olduğumuzun yeniden hatırlanması ve hatırlatılması amacını gütmektedir.
Çok işimiz var daha, çook!!
Üstelik başarmaktan başka bir seçeneğimiz de yok.
Çok işimiz var daha, çook!!

 
             
                     
                     
                     
                                             
                                         
                                         
                                        