Gazeteci Fehim Taştekin’ in , YPG tarafından yakalanan IŞİD üyesi İlyas Aydın’la yaptığı röportaj BBC Türkçe’de yayınlandı.
Kendinden emin şekilde güldü. “Biz dünya istihbarat servislerinin gayrimeşru çocuklarıyız” dedi ve ekledi: “Suriye Savaşı başlamadan, Arap Baharı dedikleri süreçte, hapishanelerde ne kadar terör suçlusu varsa boşalttılar. Biliyorlardı ki hepsi savaşa katılacak. Ve Afganistan’da, Bosna’da savaşmış ne kadar adam varsa geldi.” Bu sözler, Halk Koruma Birlikleri’nin (YPG) Suriye’nin kuzeydoğusunda Haseke’nin Rimelan ilçesinde bir hapishanede tuttuğu “Ebu Ubeyde” mahlaslı İlyas Aydın’a ait. Daha önce de bazı ifadeleri medyaya yansıyan Aydın, sonradan kendisini “İslam Devleti” olarak adlandıran Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütünün sözcüsü Ebu Muhammed el Adnani ve yardımcısı Ebu Muhammed el Furkan’ın ekibinde “ideolojik alandan” sorumlu kişiydi. Türkiye’den IŞİD’e katılanların başında geliyordu. 2015’te Er Sefter Taş’ın kaçırılmasının ardından IŞİD adına Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ile görüşmeye giden üç kişilik heyette olduğunu iddia ediyor. İlyas Aydın; İslami okumalarına Seyyid Kutub’un “Yoldaki İşaretler” kitabı ve Fizilal’il Kur’an tefsiriyle başlamış, El Kaide çizgisini benimsemiş, 2007-2008’de Mısır’da 10 ay eğitim almış, birkaç kez tutuklanmış, 2014’te de IŞİD’e katılmış. IŞİD’den ayrıldıktan sonra 30 Aralık 2017’de Ras el Ayn’da (Serekaniye) yakalandığını, örgütle yollarını ayırsa da Selefi düşünceye bağlı kaldığını söylüyor. ‘CIA BİZİ EN ÇOK KULLANAN İSTİHBARAT’ İlyas Aydın’a göre 20 Temmuz 2015’teki Suruç patlamasından sonra geçişler kesildi, İdlib yeniden devreye girdi. “Suruç patlaması İslam Devleti ile Türk devleti arasındaki siyasetin olumsuz değişmesi bakımından bir milattı” diyen Aydın bu ilişkiyi “işbirliği değil göz yumma siyaseti” olarak nitelendiriyor: “Savaş içerisinde kendisi bir şey yapmaktan aciz kalan taraflar bizi oyuna yedek oyuncu olarak sokuyorlar. Yürüttüğümüz savaşı kendi maslahatlarına uygun gördükleri için bize göz yumuyorlar. Bu Türkiye’ye has değil; Amerika, Rusya, hepsi içinde.” Irak işgali sürerken 2007-2008’de IŞİD’in ilk yapılanması Irak İslam Devleti’nin Kamışlı’dan Elbu Kemal’e uzanan hatta misafirhaneleri vardı. Saddam Hüseyin’den sonra sıranın Beşar Esad’a geleceğini bildikleri için Suriye istihbaratı Amerikalılarla savaşan bu kişilere göz yumuyordu. Suriye krizinde “kolaylaştırma” sırası Türkiye ve müttefiklerindeydi. Aydın’a göre istihbarat servislerinin rolü şuydu: “CIA bizi en çok kullanan istihbarat. Bu iş Sovyetlere karşı Afganistan’dan başladı. Türkiye de Suriye Savaşı başladığından beri bizi kullanıyordu. İlk günden beri dünya istihbaratları tarafından muhacirlerin Suriye’ye bilinçli sokuluşu söz konusu. 2014’te ‘Teşekkür ediyoruz, çıksınlar Suriye’den’ dediler. İki gün sonra muhaliflerin İslam Devleti’ne saldırıları başladı. O olaydan sonra dünya istihbaratları göz yummayı bitirdi, yalnız Türkiye devam ettirdi. Amerika Kürt güçlerini bir kart olarak kullanıyordu. Türkiye de karşılık olarak bunu yapıyordu.” İlyas Aydın, “TIR’larda ele geçirilen silahların IŞİD’e gittiği” iddiası ile ilgili olarak ise “Hayır, bize sınırdan doğrudan silah geldiği doğru değil. Ama aracılar aracılığıyla silah geldiği bir hakikattir” diyor. ‘DİYARBAKIR VE SURUÇ BİR İÇTİHATTIR’ İlyas Aydın, Türkiye ile IŞİD arasında “karşılıklı birbirine dokunmama siyasetinin bir anlaşmaya dayanıp dayanmadığı” sorusuna yanıt verirken de Rakka’da Türkiyeli örgüt üyelerinin katıldığı özel bir toplantıda geçtiğini söylediği konuşmaları aktardı. Buna göre Ebu Musab el Kürdi, Kobani’de YPG ile çatışmalar sırasında Türk kontrol noktasını vurup arkadan dolanma önerisinin “Türklerle çatışmıyoruz” denilerek reddedildiğini hatırlatıp, “Türkiye’ye neden saldırmıyoruz, yoksa Sykes-Picot’u tanıyor muyuz, arada bir ittifak mı var?” diye soruyor. Lider kadrosundan Ebu Zeyd el Iraki de öfkeyle yanıt veriyor: “Türkiye ile resmi olarak hiçbir ittifakımız yoktur. Onlar bizden el çekiyor, biz de onlardan el çekiyoruz. İslam şeriatına göre imam, kâfir gördüğü bir kavme karşı savaşını maslahat varsa erteleyebilir.” Aydın, “Peki, madem bir göz yumma vardı IŞİD neden Türkiye’yi hedef aldı?” sorusuna ise şu yanıtı veriyor: “İlk patlama Diyarbakır’dır. Sonra Suruç. Tabi İslam Devleti resmi olarak üstlenmedi. İslam Devleti’nin bir reklam siyaseti vardı. Bazen tepki çekmemek için üstlenmeyebilir. MİT ile görüşmedeyken dediler ki ‘Biz size dokunmuyorduk, siz bize el uzattınız. Geldiniz burayı patlattınız. Vatandaşlarımızı öldürdünüz, bizim iç siyasi dengelerimiz var.’ Bunu söyleyeceklerini biliyorduk, bizim de yanıt vermemiz gerekecekti. O yüzden bizi MİT ile görüşmeye gönderirken bu malumatı verdiler; ‘Diyarbakır ve Suruç bir içtihattır.’ Yani merkezin izni alınmadan, bu dosya ile görevlendirilmiş hücrenin merkezin izni olmadan kendi kararıyla yaptığı eylemdir. Ama geri kalanlar; Ankara Garı, Reina, İstanbul (Atatürk) Havalimanı, Adana HDP merkezi ve Diyarbakır HDP mitingindeki patlamalar merkezin emriyle yapıldı.” ‘SURUÇ’U PATLATAN ANTEP HÜCRESİNDE İSTİHBARATÇILAR VARDI’ Saldırıları Gaziantep’teki hücrenin gerçekleştirdiğini öne süren Aydın, Suruç patlamasını ise şüpheli buluyor: “İslam Devleti’ne faydası olan bir patlama değildi. Adnani’ye rapor vermiştim, ‘Neden Türkiye’ye patlama yapıyorsunuz?’ diye. Bu birimin içine sızmış farklı istihbarat cihetleri vardı. En başında Türk istihbaratı. Veyahut başka istihbaratlar; o dönem Türk hükümetiyle İslam Devleti’nin arasının bozulmasından faydalanacak cihetler vardı.” “Yani Türk istihbaratının işin içinde olduğunu mu iddia ediyorsunuz?” sorusuna “Tabii ki işin içerisindeydi” yanıtını veren Aydın iddialarını şöyle sürdürdü: “Bir grup vardı, Görevlendirilmişlerdi. Türkiye’ye patlama yapmak için gönderileceklerdi. İntiharcıların listesi internette var. Türk istihbaratı daha bunlar Türkiye’ye girmeden bunların hangi görevle ne işler yapacağını biliyordu. İki ihtimal var; ya ofisin içerisindeler ya da çok iyi teknik takip yapıyorlar.” “Daha sonra bir açıklama yayımlandı (örgütün yayın organı) AMAK’ta, dediler ki ‘İki Türk istihbaratçısını öldürdük’. Bu meseleyi kazıdıkça şunu öğrendim: Bu iki kişi Antep hücresine bağlı. 4-5 senedir bu cemaatle birlikteler. Bu hücre Türkiye’de patlatma görevini aldığı günden beri o dosyanın içerisinde çalışıyorlar. Yani bu operasyonları yürüten Antep hücresinin içine sızmıştılar. Arkadaşlar öldürüldüklerini iddia ediyor, haber yayımlamışız. Yetkili arkadaşlara, ‘Kim bu iki adam, nasıl öldürdünüz, video kaydınız var mı?’ diye sordum. Bana ‘Arkadaş, insanlar hemen toplandığı için çekememiş’ dediler. Biz bütün operasyonların videosunu çekmişiz. O dünyanın en aptal örgütüdür ki casus diye deşifre ettiği adamları öldürsün. Al, sorgula, belki başkalarına ulaşacaksın. Beni kim inandırabilir ki, aslında o adamlar ölmediler, örgütün içine sızmış başka ajanlarca öldürülmüş gibi rapor edildiler. O ofisin içerisinde öyle pis eller var ki, oraya o kadar insan sızmış ki!” “Antep hücresine bağlı diğer hücreler vardı. Adıyaman ve Bingöl hücresi falan. Ayrıca Suruç’tan sonra onlarca misafirhane iki saat içerisinde istihbarat tarafından basıldı. Hepsi gözetim altındaydı. İstisnasız hepsi basıldı. Herkes tutuklandı. Bazıları ülkelerine, bazıları kendi ülkelerinde idam cezası olduğu için başka yerlere gönderildi. Havaalanlarında tutulanların sayısı arttı. Hudutta sıkı denetim başladı.”