Hüseyin Ataş, Seçtiklerimiz

Yeni Türkiye Berlin’den Değil, Türkiye Sokaklarından Geçer – Hüseyin ATAŞ

Berlin’de geçtiğimiz hafta sonu önemli ve bileşenleriyle hayli ilginç bir konferans düzenlendi. Devrimci Parti Avrupa temsilciliği bu toplantının hazırlık çalışmalarında açığa çıkan metne, gerekçeleri ve hedeflerine yönelik eleştirilerini açıklayarak, söz konusu konferansın çağrıcısı olmadı. Bu gerekçeleri dillendirmek ve devrimciler açısından “ülkede nasıl ve kimlerle ortak mücadele?” başlığındaki fikirlerini paylaşmak üzere, ama sadece “gözlemci” statüsünde konferansa katıldı.

Toplantı bileşenleri itibariyle çok farklı siyasal ögeler bir araya getirilmişti. HDP’nin yanı sıra, Saadet Partisi, CHP ve İyi Parti’nin temsilcileriyle ülkedeki adalet özgürlük ve demokrasiyi tartışıyor olmamız birçok kesim açısından ilginç ve sorunlu geldi.

Bu nedenle Devrimci Parti, AKP+MHP iktidarına neden karşı olduğunun ya da kimlerle yan yana gelmeyeceğinin/gelemeyeceğinin kriterlerinin bir kez daha altını çizerek, kimliğinin tanımını belirgin hale getirmek istemektedir. Bu görevi gerçekleştirirken, söz konusu bileşim içerisinde yer alan dostlarımızı hedef alarak değil de kendi düşünsel sistemimiz içerisinden ortaya koymaya özen göstereceğiz.

Saadet Partisi, İyi Parti, CHP ile Yeni(den) Türkiye

Çalıştayda İyi Parti ve Saadet Partisinin yer alması ve onlarla “nasıl bir Türkiye?” tartışması yapmak, AKP öncesi uygulanan sömürü sistemine ve ezilenlere zulüm edenlerin adının değişeceği bir sisteme geri dönmenin dışında bir gelecek kuramaz. Zira işçilere, emekçilere, devrimcilere, Alevilere uygulanan birçok suçta bu yapıların da doğrudan imzası bulunmaktadır. “AKP sonrası Türkiye?” tartışmasında özgürlük, demokrasi, eşitlik konularında ortak herhangi bir görüşü olmayanlar, bu konuyu hangi temelde tartışabilirler? Sistemi arızalarından arındırıp yeniden yapılandırmaya dönük bu çalışma bugün itibari ile AKP -MHP faşist blokunun geriletilmesinde nasıl bir rol oynayabilir?  AKP-MHP faşist blokunu yaratanın da bu sistem olduğunu bir kez daha hatırlamak gerekir. Bu sömürgeci sömürü sistemini, sistemin kurucuları ve sürdürücüleri ile değil, ancak çıkarları uzlaşmaz olarak birbirinden ayrılan emekçi sınıflarla ve onu sömüren egemen sınıfların ayrıştırılması ve karşısında konumlandırılması ile değiştirebiliriz. Sisteme yönelik öfkeleri gün geçtikçe yükselen halkların tepkisini söndürmeye çalışarak değil, onların öfkesini geliştirerek, örgütleyerek, “mevcut sistemi yıkma” bilincine ulaştırarak yeni bir toplum kurma hedefine yöneltmek gerekir.  

Bugün devrim, kendini sınıfa ve ezilenlere her yönden dayatmaktadır. Birleşik mücadelenin programatik temelde asgari ortaklaşma ile örgütlenmesi ile devrim hedefi daha fazla ete kemiğe bürünecektir. Birleşik mücadele ise programatik temelde asgari ortaklaşma ile zemin kazanabilir. Programatik hiçbir ortaklığın olmadığı bir aritmetik toplam bu ihtiyacı karşılayamaz. Berlin konferansının bu saydığımız birleşenlerinin ise işçi sınıfının ve ezilen dışlanan yok sayılan ve devlet güçleri tarafından hunharca katledilebilenlerin hak ve özgürlük talepleri ve mücadelesiyle hiçbir bağlantısı yoktur. Tersine CHP, İyi Parti ve Saadet Partisi bileşiminin AKP MHP bileşiminden tek farkı, bugün kötü polis rolü oynayanların yarın yerini dolduracak olan bugünün iyi polisleri olmalarıdır.

Şiddete karşı Karşı-Şiddet meşrudur.

Berlin Konferansı “şiddetin karşı şiddeti doğurduğu ve ikisine birlikte karşı durmak gerektiğini” savunmaktadır. Bu tez sıradan hamaset yapmaktan öte bir anlama sahip değildir. Bilimsellikten uzak ve gereksiz bir şovdur. Biliyoruz ki şiddeti doğuran nedenler sistem tarafından üretilmektedir. İşçileri yoksulluğa mahkûm eden de, onun hak arama eylemine şiddet yöntemleriyle saldıran da devlettir. Kuzey Kürdistan’ı yerle bir eden de Alevi’yi Madımak’ta yakan da sistem ve onun muhafızlarıdır. Ve bugün olağanüstü bir saldırı konseptinin yaşandığı günümüz iktidarı karşısında onu geriletebilecek tek şey bu saldırı dalgasını kıracak bir kitlesel karşı koyuştur. Konferans bu yaklaşımı ile güya barışı tesis etmeyi hedeflerken, sömürülenlere, ezilenlere yöneltilen devlet copunun, postalının karşısında savunmasız bırakabileceği toplumsal kesimleri örgütlü zulüm karşısında silahsız bırakmaktadır. Örgütlendiği imajını verirken, örgütsüzlüğü egemen kılma çağrısı yapmaktadır. Ezilenlerin haklı direniş biçimleri olan meşru müdafaa hakkını gayrı meşru ilan etmektedir.

Mücadele araç ve yöntemleri olarak, sokağın gücünü ve faşist bloku durdurmanın esas olarak sokaktan geçtiğini bilen bizler açısından, mücadeleye yönelik tutumuz açısından belirleyici unsurlardandır.

Yeni Türkiye İşçi Sınıfı ve Ezilenler lehine olacaksa yenidir.

Bölgemiz, ülkemiz ve dünya emperyalist-kapitalizmin her gün daha fazla derinleşmekte olan ekonomik, politik, toplumsal krizleriyle sarsılmaktadır. Ve bu müthiş krizi aşabilmek için yapmayı düşündüğü uygulamaları engelleyebilecek bütün dikenleri temizleyerek ölüm riskini azaltmaya çalışmaktadır. Bütün bu tür hamlelerin bugünkü kod adı: “toplumsal uzlaşı” olarak formüle edilmiştir. Biz “toplumsal uzlaşı” denilen şeyin sömürünün daha uygun koşullarda devamı ve baskının daha görünmez kılınarak meşrulaştırılması olduğunu biliyoruz.

Devrimciler deneyimlerden öğrenirler ve öğrenmelidirler, uzağa gitmeye gerek yoktur. En yakın deneyim yanı başımızdadır. “Ne isteniyor? Sermaye düzeninin söküklerini dikmek mi, emekçilerin eliyle kurulacak yeni bir dünyanın yapıcıları arasına girmek mi?” Mesele bu soruya verilecek yanıttır.

Derin bir ekonomik ve toplumsal krizle sarsılan Yunanistan’da emekçi kitlelerin sokakları fethederek sistem dışına çıkması ve temel hedefi “toplumsal uzlaşı” olan Syriza’nın sol bir maskeyle kitleleri düzenin içine çekerek, sermayenin krizine “çözüm” üretmesi oldukça yakın bir deneyimdir.

Açıktır ki, Yeni Türkiye arayışları ve çabaları, halihazır gerçeklik doğru tariflenmediği sürece hep başarısızlığa uğrayacaktır. Böylesi bir durumda mevcut sisteme karşı bir mücadele hattı inşa edilemez. Onların tek kâbusu devrimdir. Sorunun esas olarak işçi sınıfının fiilen ve ideolojik her türden boyutuyla önderliğini yaptığı çözüm yöntemleri dışında kalan bütün arayışlar, yıkılışının başladığını gören sistemin zaman kazanma çabasından başka bir şey değildir.

Beş benzemez ile bir araya gelebiliyor ve ortak nokta arayışında olunabiliyorsa, bütün farklılıklarını taşıyarak sistem karşıtlarının da bir araya gelebilmeleri mümkündür. Her iki kesimin de genetik kodları aynıdır: Devrimleri engellemek ile devrimleri üretmek birbirine zıt iki sınıfın ezeli kavgasının öyküsüdür.

Devrimci Parti’nin “Sosyalistleri, devrimcileri göreve çağırıyoruz” başlıklı yazısı bu konuda önemli bir çağrıdır. Bu çağrı, Devrimci Parti PM kararında da ifade edildiği üzere, “devrimci sol sosyalistlerin” merkezinde olduğu ve siyasal demokrasi, hak ve özgürlükler temelinde asgari bir ortaklık sağlayan demokrasi güçleri ile geniş ittifaklar kurmaktır. Özgür ve adil bir yaşamı eşitlik ve özgürlük temellerinde yükselterek sömürüden, sömürgecilikten ve her türlü ayrımcılıktan kurtaran bir gelecek için böylesi bir devrimci kanalda buluşmak ön koşuldur. Biliyoruz ki sömürgecilerin kendi mezarlarını kazmaya gönüllü oldukları bir örnek tarihte görülmemiştir. Onu tarihin çöplüğüne atacak olan yegane güç, sistem tarafından sömürülen işçi ve emekçilerin, ezilen ve dışlananların ortak mücadelesi olabilir.

Paylaşın