Umut Yazıları

Truman Show bir film değil gerçek! – Sevim İnanç

Malum günlerden geçerken film önerileri havalarda uçuyor .Evde kalanlar olarak tüm yapamadıklarımızı yapmaya çalışıyoruz. Ben de bunlardan biri olarak izleyemediğim filmleri izleme ya da bir daha izlemeyi düşündüğüm filmleri izleme fırsatı bulmuş oldum. İlk izlediğimde de etkilendiğim TRUMAN SHOW filmini bir daha izledim.

Show kelimesi ingilizceden dilimize girmiş kelimedir. Anlamı gösteri şov, sergi, gösteriş teşhir, iş anlamı taşır. Filmi izleyenler hatırlar ana karakterin hayatı tamamen bir senaryo üzerine kurgulanmış bir tv projesidir. Bütün dünyanın doğumundan itibaren izlediği, bir film platosunda geçen tüm yaşananların profesyonel ellerce organize edilen bir show olduğu proje. Tüm dünyanın gözleri önünde, bir kurmaca ailede sadece belirlenen istenmeyen bebekler arasında en erken doğan Truman artık bir film platosunda büyümek zorundadır. İlk dişinin çıkmasından ilk adımına okul hayatından ask hayatına kadar izlenen bir programdır aslında. Yeni yürümeye başladığı ve dünyayı keşfetme çabası… Kayalıklara tırmandırdığı bir sahne vardır. Babası onu hızlıca geri alır çünkü plato sınırı orasıdır. Yaşadığı kasaba bir deniz kasabası görünümündedir ve meraklı Truman denizi seven biridir ama deniz yapaydır ve ufuk çizgisi bir bitiştir. Bu nedenle oyuncunun denizden korkması gerekir çünkü kontrolden çıkmaması gerekir. Bunun için babasıyla balık tutmaya giden kahraman oluşturulan fırtına nedeniyle babasını kaybeder. Benim amacım size bir film anlatmak değil elbet filmi izlediğimde bana düşündürdükleri ve hayatlarımızda bulduklarım. Zaten tüm filmler aslından bundan ibaret değil mi?

İnsanlık toplumsallaştıktan sonra elbette başkaları ne der diye kodlanmış. Yaşadıkları hayatı bir şekilde var olma biçiminde gösterme ihtiyacı duymuş ve hatta sürekli el artırarak yaşamlarını reklam aracı haline getirmişlerdir. Buradan hareketle yeni meslekler doğmuş adeta toplumsal yaşam bunun içine hapsolmuştur tabi bu durum da kapitalizmin kendini hep yeniden var etme biçimlerinin en önemli aracı haline gelmiştir.

Filminden yola çıkmıştık oraya dönersek aslında hayatlarımızı bir senaryoya dönüştüren kapitalizm ve onun hayatımızın gidişatını belirleyen mühendislik hallerini bir kez daha görmek açısından bir tokat etkisini hissettiriyor. Çağımız dünyasında show araçlarının bu kadar çoğaltılmasının altında bizi yönetme aygıtlarından biri olmasını düşünmemiz verili durum değil mi? Sosyal medya dediğimiz mecra tam bu showa hizmet eder hale gelmedi mi? Doğumla çoğalan memeli canlılardan olan insan türü kendini kapitalizm değerleriyle var ederek ifade etmeye başladığından itibaren özünden doğadan kopuşu ile doğanın efendisi, kapitalizmin kuklası haline gelmemiş midir? Gebe kaldığı ilk andan itibaren bir show dünyasının içine düşülmesinin sebeplerinden biri bu değil mi? Cinsiyet belirlemeden başlayarak tüm yaşanan süreçleri bir gösteriye dönüştürme ve aslında doğacak olana değil kendimize bir dünya yaratma çabasından başka bir şey olmayan bu durum, kapitalizmin tüketme çılgınlığına esir düşme eyleminden başka bir şey değildir. Değer olgusunu buradan hissetme ve bunun dışında kalanların kendilerini değersiz hissetme hali tam da yönetim mekanizmalarının bugün koca ülkeleri ve hatta koca dünyayı bu kadar kolay yönetebilme becerilerinin değirmenine su taşımıyor mu? Tüm bu showlar altında dünyaya gelen milyonlarca TRUMANlar aslında kurmaca hayatlara mahkum edilmiyor mu?Katı gıdaya birlikte geçen okula birlikte başlayan birlikte okumayı söken ailelere dönüşmüş kendini kral ve kraliçe zannederek ortada dolaşan milyonlar olarak var olmuyorlar mı?

Kendi dünyalarından çıkmasına izin vermediğimiz her kayaya çıktığında engellediğimiz korkularla yönetilmeyi öğrettiğimiz çocuklar elbette iktidarın sermayesi olmaya çoktan gönüllü olacaklardır.
Korkutma üzerine kurulu tüm öğretiler ve sistemlerin istediği kuşaklar çoktan yaratıldı bile. Filmde TRUMAN her gün planlanan hayatını fark edip başka dünyaya açılmak istediğinde yönetmen bindiği tekneyi yapay fırtınayla TRUMAN’ ı öldürmeyi göze alacak kadar pervasız olabiliyor.Üstekil tüm dünya izlerken. Burasını izlerken nedense aklıma Soma’ da yaşanan katliam akşamı geldi. İzmir’ de yaşamam sebebiyle olay yerine çok kısa sürede varmıştık. Dehşet yeri tıpkı bir film platosu gibiydi. Dönemin enerji bakanı kısa sürede oradaydı. Taner Yıldız günlerce bembeyaz gömleği ile kameralar karşısında demeçlerini izleyenlerin algısını nasıl yönettiği hiç aklımdan çıkmadı. O dönem HDP milletvekillerinden oluşan heyetin bakanla görüşmelerinde bakanın bilgi verişi kanımızı kondurmuştu. 301 cana mal olan bu katliamın nedenleri, kurtarma çalışmalarını değil de mezarları, hocaları, mezar tahtalarının hazırlığını anlatmıştı beyaz gömleği ve en sakin yüzüyle. Oysa dışarda devletin hiçbir yanı yoktu. İnsanlar hazırlanan senaryonun figüranları gibi çaresizdiler.

Devletlerin elindeki zor aygıtların hep korkutmak üzerine kurulmuş olduğunu biliriz. Açık ya da kapalı, korkuyu yayan mekanizmalarına en çok pay ayrıldığını biliriz.

Bugün de yaşadığımız durumun tesadüf olamayacağını bilecek kadar deneyimimiz var elbet. Virüsten söz etmiyorum elbet bu salgının yönetilme biçiminin tıpkı Soma’ da, İdlip saldırısında olduğu gibi nasıl profesyonel bir sekilde yönetildiğinden söz ediyorum. Günlerdir sağlık bakanının twitterdan rakam açıklaması ve bir defa bile maskeyle açıklama yapmaması, asıl sorulara cevap vermemesi, yoksullara ilişkin bir cümle kurmaması toplum mühendisliği açısından en iyisiyle karşı karşıya olduğumuzdandır. Evlerinde kalanlara, kalabilenlere yapılan çağrılarla durumu yönetebilme becerisine evde kalabilenlerin dialog yapabileceği zeminin dışında tüm alanları kapatma becerisini görmek ve buna göre mücadele örgütlemek gerekir.
Korku yaratmak için çocuğa babasının ölümünü izleten yapımcı gibi bize de sayılarla ölüm izletiyor. Ölümü gösterip sıtmaya razı etme durumundan çıkarıp durumu ölümü gösterip daha iyi ölüme razı hale getirdi bile.

Şimdi filmin son sahnesine gelecek olursak tüm fırtınayı atlatan kahramanımız sahte ufku parçalamayı başarıyor.

Biz de şimdi ertelemeyi kabul etmeden mesela faturalardan başlayarak ödemeyerek korkularımızdan kurtulmaya başlayabiliriz. Tüm ülkenin elektriğini kesecek durum olduğunda zaten iş işten geçmiştir. Mahallemize, apartmanımıza, köyümüze gelen okuyucu emekçileri de evlerine gönderme becerisi göstermemiz lazım. Şimdi evde kalanlar açlığa kaç kaldı? Ya açlıktan öleceğiz ya da virüsten. Bizim olan bizde olsa biz hem virüsü yeneriz hem açlık kalmaz.
Bu showu bozabiliriz hani dilimizden düşmeyen motorları maviliklere süreceğiz şarkısını biz birlikte söyleyebiliriz. Bu tufandan geriye kalanlar için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Paylaşın