Cenk Ağcabay, Umut Yazıları

 “Huzursuzluk Dalgası” bir devrimci dalgaya dönüşecek mi? – Cenk Ağcabay

İçine girilen olağanüstü sarsıntılı dönemin ne tür siyasal ve toplumsal koşullar altında yaşanacağına dair önemli işaretler veren iki olay geçtiğimiz günlerde art arda geldi. İngiltere Başbakanı Boris Johnson Muhafazakar Parti liderliğinden istifa etmek zorunda kaldı ve İngiltere’de siyasal kriz sertleşti. Bunun üzerinden çok zaman geçmemişti ki, eski Japonya Başbakanı ŞinzoAbe, Nara kentinde düzenlenen bir etkinlikte konuşurken silahlı saldırıya uğradı. Saldırı sonrası hastaneye kaldırılan Shinzo Abe hayatını kaybetti. 

Bu iki önemli olaya mutlaka eklenmesi gereken bir başka önemli unsur, Hollanda’da başlayan çiftçi eylemlerinin yeni boyutlar kazanması ve İtalya,Polonya’ya uzanması; Almanya’da da çiftçilerin büyük eylemler için hazırlık yapmaya başlamasıdır. Çiftçilerin eylemleri büyüyerek devam ederken Sri lanka halkı bir süredir devam edensokak eylemlerini yeni bir aşamaya sıçrattı ve Colombo’daki cumhurbaşkanlığı konutunu ele geçirdi. Sri Lanka Devlet Başkanı GotabayaRajakapsa işgal eylemi öncesinde konutundan kaçtı.

Tüm bu olaylar, 2022 yazının toplumsal ve siyasal kabarma açısından oldukça sıcak geçeceğine işaret etmektedir. Yeni yayınlanan bir OECD Raporuna göre, yükselen enflasyon, gıda ve enerji fiyatlarındaki artış esas olarak “düşük-gelirli haneleri” vurmaktadır çünkü bu grubun enerji ve gıda harcamaları toplam geliri içinde önemli bir kısmı oluşturmaktadır. OECD raporu, gıda ve enerji fiyatlarındaki artıştan üye ülkeler arasında “düşük-gelirli hanelerin” en fazla İngiltere ve Hollanda’da etkilendiğini saptamıştır. İngiltere’de iki hafta önce gerçekleşen demiryolu grevi gelişen hoşnutsuzluğun ilk önemli dışavurumu olmuştu.

İngiltere’de sağlıktan eğitime, postanelerden sanayiye emekçiler çeşitli sektörlerde grev ve direnişler için hazırlık yapmaktadır. Yaşanan siyasi krizin altında yatan asıl unsur salgın sürecinden beri Johnson hükümeti eliyle emekçilere yöneltilen sınıfsal saldırıdır. Milyonları eve kapattığı, pek çok ihaleyi kendi kabine üyeleriyle bağlantılı şirketlere verdiği günlerde başbakanlık konutunda gerçekleşen “maskesiz-mesafesiz-bol alkollü” partilerin açığa çıkması Johnson’ın liderliğinin sorgulanmasını hızlandırmıştı.

ABD emperyalizminin Rusya ve Çin’e karşı yükselttiği savaş politikasının Avrupa’daki en sıkı takipçisi olan Johnson, Ukrayna’da yanan ateşe sürekli yeni odun taşımakta, bir dünya savaşına dönüşme potansiyeline sahip çatışmayı sürekli ateşlemeye çalışmaktaydı. “Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluğu” yeniden canlandırma hayali onun siyasal yaklaşımları üzerinde önemli bir etkiye sahipti. Rusya’ya Ukrayna’da diz çöktürecekti; kendisi layık olduğu yere, tarihin çöp sepetine doğru yolalmaya başladı.

Şinzo Abe’nin ardından ağıtlar yakılıyor. Japon demokrasisinin bu yıldızının kaybının önemi anlatılıyor.Abe’nin de en büyük hayali Japon İmparatorluğu’nu canlandırmaktı. Japon İmparatorluğunun Çin halkına, Kore halkına yaşattığı büyük acılar, büyük katliamlar onun umurunda bile değildi. O Japonya’yı yeniden “büyük” yapacaktı, tabii Amerikan emperyalizminin uşaklığını yaparak. Abe Çin ve Kore halkına büyük acılar ve kayıplar yaratmış Japon İmparatorluğu mirasına o derece bağlıydı ki, bu yazının fotosunda görüldüğü gibi, poz vermek için bindiği bir savaş uçağının üzerine 731 yazdırabiliyordu.

731

731 numarası 2. Emperyalist Paylaşım Savaşında büyük katliamlar gerçekleştiren faşist Japon Ordusu’nun Özel Birimini sembolize ediyordu. Bu birim 1931 ile 1945 arasında Kuzey-Batı Çin’de büyük katliamlar yapmakla kalmamış, halk üzerine gerçekleştirdiği kimyasal ve biyolojik silah deneyleriyle on binlerce Çinli ve Koreliyi öldürmüş ve sakat bırakmıştı.Abe’nin keyifle poz verdiği uçağa bu özel birimi sembolize eden numaranın işlenmesi boşuna değildi.

Abe’nin canlandırmak istediği Japon İmparatorluğu’nun Çin’in Kuzey-doğusunda işgal ettiği topraklar yıllarca Abe’nin büyükbabası Nobusuke Kishi tarafından yönetilmişti. Kishi, Çin halkını «insandan çok köpeğe yakın bir tür» olarak tanımlıyordu. Çin’de yönettiği bölgelerde kurduğu sanayi işletmelerinde Çinli emekçileri köle olarak çalıştıran Kishi, burada elde ettiği önemli başarılar nedeniyle Japon egemeneliği içinde hızla sivrildi.

Kishi’nin yönettiği işgal bölgesindeki madenlerde çalışan 40 bin Çinli emekçinin ortalama 25 bini çalışma koşulları ve ağır baskılar nedeniyle bir yılda ölüyordu. Kishi bu madenleri yıllarca yönetti ve onun için bu yaşananlar «ekonomik verimliliğin» bir gereğiydi. Çin’deki başarılarıyla devlet aygıtı içinde hızla yükselen Kishi 2. Emperyalist Savaş’ta Japonya’yı yöneten faşist kadronun önde gelen isimlerinden biriydi.

Ağustos 1945’te Japonya’nın teslim olmasıyla birlikte işlenen ağır savaş suçları nedeniyle hapishaneye kapatılan faşist Japon yöneticileri arasında Kishi’de vardı. Kishi hapishanedeydi ancak o henüz savaş devam ederken, bu savaşın kazanılmasının mümkün olmadığını ve bir an önce Amerika ile barış masasına oturulması gerektiğini savunan isimler arasındaydı. Amerikalılar bu ayrıntıyı gözden kaçırmadı. Amerikalı uzmanlar savaştan sonra «yeni demokratik Japonya’nın kurulmasında Kishi’nin önemli bir rolü olacağından» emindiler ve Kishi 3 yıllık tutsaklığın ardında nAmerikalılar aracılığıyla serbest bırakıldı. Savaş suçları unutuldu. Bununla da kalmadı, yeni Japon demokrasisinin bir yıldızı olarak başbakan yapıldı.

Kishi’nin başbakanlığı döneminde 1961’de Güney Kore’de bir darbeyle iktidarı ele geçiren faşist General Park Chung-lee 1930’larda Çin’de Kishi’nin yönetimi altında Çinli komünist gerillara karşı savaşan faşist ordunun komutanlarındandı. Bunedenle, iktidarı aldıktan sonra ilk ziyaretlerinden birini Japonya’ya yaptı. Amerikan liderliği altında komünizme karşı savaşmak Kishi’yle ortak temel hedefleriydi.

«Komünizme karşı savaş» gerçekte ne anlama geliyordu? Bunun yanıtını ABD’den Japonya’ya giden «ekonomik yardım paketleri» olarak adlandırılan fonlar üzerine resmi bir inceleme yapan Amerikalı Savcı Norbert Schlei vermişti. İncelemesinin sonucunda ulaştığı sonucu şöyle özetlemişti: «Başbakan Kishi’den başlayarak Fon, kontrolüne girdiği kişilerin özel koruması olarak görülmüştür. Bu kişiler Fon’dan kendi kişisel ve siyasi amaçları için büyük meblağlar alabildiklerini düşünmüşlerdir… Suistimaller dizisi, fonun kontrolünü (dönemin BaşkanYardımcısı Richard) Nixon’dan aldıktan sonra kendisine bir trilyon yenlik bir servet kazandıran Kishi ile başlar.»

Batı’nın demokasi abidelerinden Kishi kamusa lkaynakları soyarak kişisel servetini büyütmüştü. Torun Şinzo Abe dedesinin yolundaydı, bunu gizlemiyordu. JaponOrdusu 1930 ile 1945 arasında Koreli ve Çinli kadınların askerler tarafından seks kölesi olarak kullanılmasını sağlayan «rahatlama ya da memnun etme istasyonları» adını taşıyan kamplar kurdu. 1990’larda ifşalarda bulunan Koreli ve Çinli kadınlar sayesinde Japon emperyalizminin bu cürmü açığa çıktı. Konuya ilişkin araştırmalar yapılmaya başlandı.

Bu süreçte Japonya’da emperyalizm taraftarı güçlü sağcı blok harekete geçmişti. Bu blok, tarihsel gerçekliği kendi bakış açısından yeniden kurguluyor; bu kadınların istasyonlara Japon askerlerini “rahatlatmak” için gönüllü olarak geldiklerini iddia ediyordu. Japon GenelKurmayı’nın arşivlerinde bu tür faaliyetler hakkında herhangi bir resmi belge bulunmadığını, bu iddiaların “ulusun” düşmanları tarafından yapay olarak imal edildiğini savunuyordu. Bu iddialarda bulunan faşizm yanlısı güçler Japonya’da geçen zaman içinde daha da fazla taraftar kazandı.

Şinzo Abe bu bloğun sözcülerindendi. 2015 yılında ABD Kongresinde yaptığı konuşmada, geçmişte yaşanan tatsız olayların üzüntü verici olduğunu belirtmişti. Abe konuşmasında, “istasyonlardaki kadınların oraya zorla getirildiğine dair hiç bir ciddi belge bulunmadığını” iddia etmişti. Konuya ilişkin Japon Ordu belgeleri gerçekten de yoktu çünkü savaşın kaybedildiği anlaşıldığında başka konuları da içeren tüm gizli belgeler imha edilmişti.

Resmi belge yoktu ama bu zulmü yaşayan kadınların tanıklıklarının yanı sıra o kamplarda sıra beklemiş Japon askerlerinin tanıklıkları da vardı. Masayoshi Matsumoto 2015 yılında 93 yaşındaydı. 20 yaşında Japon işgali altındaki Kuzey-Batı Çin’de askeri doktor olarak Japon Ordusu saflarında görev yapmıştı. 2015 yılındaki söyleşide, “ben bizim birliğimizde bulunan altı kadını ayda bir kez cinsel yolla bulaşan hastalıklara sahip olup olmadıklarını öğrenmek için kontrolden geçirmek zorundaydım” diyordu. Matsumoto’ya göre, “Koreli kadınlar genellikle komutanlara aitti. Sıradan askerler işgal altındaki köylerde kadın ararlardı. Köylerde kendilerine karşı gelenleri soyar, döver, öldürürlerdi.”

Matsumoto savaştan sonra yaşananlardan duyduğu pişmanlık nedeniyle rahip olmuş, yaşananlar hakkında uzun yıllar konuşmamayı tercih etmişti. 2015 yılında, Başbakan Abe’nin konuşmaları hakkında, “bu konuşmalar gülünç, o yaşamadı ben yaşadım” diyordu. Ona göre, Abe tarihsel gerçeklerin hafızadan silinebileceğini ve böylece aslında kötü olan şeylerin hatırlanmayacağını düşünüyordu. Matsumoto söyleşinin sonunda elini boğazına götürüyor, böyle konuşmaya devam ederse “sağcıların geleceğini” ve onu orada boğazlayacaklarını söylüyordu.

Ardından ağıtlar yakılan ve kutsallaştırılmaya çalışılan Abe Japon emperyalizminin mirasına sıkı sıkıya bağlıydı ve imparatorluğu yeniden canlandırmayı hayal ediyordu. Bunun önünde duran en önemli engel bölgede hızla güçlenen Çin’di. Bu engeli ortadan kaldırmak için Asya-Pasifik’te ABD ile ittifakın daha da güçlendirilmesi gerekiyordu.Bu çerçevede, halkın yüzde 70’nin referandumda karşı çıkmasına rağmen Okinava’daki ABD askeri üssünün yenilenmesi kararını Abe 2019’da imzaladı.

Ekim 2018’de Güney Kore Yüksek Mahkemesi, İkinci Dünya Savaşı sırasında Kore’de köle işgücü kullanan Japon şirketlerinin hayatta kalan köle işçilere tazminat ödemesi yönünde karar aldı. Abe’nin yanıtı, Güney Kore’ye yönelik bir ticaret savaşı tehdidi savurmaktı. Japonya’da bulunan Korelilere yönelik söylem hızla sertleşti. Abe öldü. Partisi Abe’ye düzenlenen saldırıyı seçimde bir silah olarak kullanmaya çalışıyor. Seçim vaatleri arasında savunma bütçesinin arttırılması yani daha fazla militarizm önplanda bulunuyor. Çin tehlikesinin sınırlandırılması ve bunun için ABD ile daha fazla işbirliği partinin gündemindeki bir başka önemli başlık. Abe öldü ama siyasi çizgisi Japon emperyalizmiyle birlikte yaşıyor.

Dogmatik solcular değil uluslararası Finans-Kapitalin sözcülerinden The Economist, “Bir Huzursuzluk Dalgası Geliyor” manşetiyle çıkıyor. Economist’e göre, “Gıda ve akaryakıt fiyatlarındaki artış, önceden var olan mağduriyetleri artırıyor” ve “Mobilya ya da akıllı telefon fiyatları artarsa, insanlar satın alma işlemini erteleyebilir ya da bundan vazgeçebilirler. Ancak yemek yemeyi bırakamazlar.” Economist yiyecek bulamayan insanların yeni bir isyan dalgasına kapılma tehlikesine dikkat çekiyor.

Avrupa’daki çiftçi protestolarına Arnavutluk ve Kuzey Makedonya halkının büyük protesto gösterileri eklenirken, bu kez fiyat artışlarından beli bükülen Arjantin halkı alanları doldurdu. Açlığın ve yoksulluğun küreselleşmesine, isyanın küreselleşmesinin eşlik etmesi kaçınılmazdır ve içine girilen süreç bizi bu sahnelerle sık sık karşı karşıya getirecektir.

Devrimler Economist’in de dikkat çektiği nesnel “huzursuzluk dalgalarından” çıka gelen büyük tarihsel kopuşların ürünüdür ancak devrimler aynı zamanda bu kopuş sürecine iradi müdahalelerde bulunan devrimci önderliği gerektirir. Devrimin nesnel koşullarının giderek daha fazla olgunlaştığı süreçte devrimci önderliğin inşası ve mücadele içinde ustalaşması görevleri devrimciler için daha da yaşamsallaşmıştır. Birleşik Devrimin öncü güçlerinin örgütsel ve siyasal birlik yolunda hızlı adımlar atması gerekmektedir. Yükselen isyan dalgası, bunu zorunlu kılmaktadır. 

Saraylar ve saltanatlar halk eylemiyle yıkılmaktadır.

Faşizm ülkemizde de halk eylemiyle tarihin çöp sepetine gönderilecektir!

Yaşasın devrim ve Sosyalizm!

Paylaşın