Bir kitabı okuduktan sonra nadiren bir değerlendirme ya da makale yazma zorunluluğu hissederim. Genellikle bir kitabı bitirdikten sonra ondan ilham alır, üzüntü duyar ya da üzerine düşünürüm, ama normalde birilerinin çalışmalarını okurken ortaya çıkan sorunları enine boyuna düşünmek zorunda hissetmem.
Zohra Drif’in, Cezayir Savaşı’nda: Bir Kadın Özgürlük Savaşçısının Anıları (Inside the Battle of Algiers: Memoir of a Woman Freedom Fighter) beni çok farklı bir ruh haline soktu. Fransa’ya karşı verilen Cezayir ulusal kurtuluş savaşından etkilenerek büyüdüm ve siyasi jenerasyonumun diğer binlerce aktivisti gibi Gillo Pontecorvo’nun meşhur filmi Cezayir Savaşı (The Battle of Algiers)’nı izledim ve Drif bu filmdeki bir dizi önemli sahnede kilit bir role sahipti. Anlamakta zorlandığım filmin gerçekte, en azından Drif tarafından anlatıldığı kadarıyla, gerçeklere ne kadar yakın olduğuydu. Ancak Drif’in kitabı, Pontecorvo filmi ile olan bağlantısından ziyade, sömürge Cezayir’in muhafazakar ortamında Cezayir’in özgürlüğü uğruna devrimci olan bir kadının öyküsü olması nedeniyle daha az çarpıcı. Drif, Fransız yetkililer tarafından yürütülen baskının yanı sıra kendi ailesi içinde var olan gönülsüzlüğün de üstesinden gelmek zorundaydı. Kendi başına sadece bu sorunlar bile, Drif’in öyküsünü takdir etmek için yeterli olacaktır. Ancak, sivil hedeflerin bombalanması da dahil olmak üzere dahil olduğu silahlı eylemlerle ilgili tartışması beni oldukça ürpertti ve durup üzerine düşünmemi sağladı.
Cezayir Savaşı’nı izleyen herkes, FLN (Front de Libération Nationale, Ulusal Kurtuluş Cephesi)’nin Fransız askerlerinin Cezayirlilere uyguladığı işkence ve katliama misilleme olarak yaptığı sivil hedeflere yönelik bombalama eylemlerini ve Fransız sömürgecilerinin Cezayirli sivillere yönelik terör saldırılarını hatırlayacaktır. Bu sahneleri her izlediğimde -ve filmi defalarca izledim- öldürülen ve yaralanan işgalci sivillerin görüntüsüyle derinden sarsıldım. Drif’in de bu soruyu kitabında nasıl ele aldığını merak ettim. Bir yere kadarki kesin ve pişmanlık duymayan tavrı beni şaşırttı.
Drif’in Cezayir Devrimi tarifi, durumun bütününe ve özellikle Cezayir halkının maruz kaldığı muameleye bakıldığında daha anlaşılabilir duruyor. Cezayir, “işgalciler” ya da “işgal edilmiş sömürgeler” olarak tanımlanabilecek Avrupa sömürgeleri arasındaydı. Bunlar yalnızca Avrupalıların kontrol ettiği ve kaynaklarını ele geçirdiği sömürgeler değildi, aynı zamanda bilinçli olarak Avrupalıları yerleştirmeye karar verdikleri sömürgelerdi. Bu tür diğer işgalci ülkeler arasında İrlanda, Kenya, Rhodesia/Zimbabwe, Güney Afrika, Filistin/İsrail, Kanada, ABD, Avustralya ve Yeni Zelanda var.
İşgalci ülkeler hakkında birçok dikkat edilmesi gereken şey var. Birincisi, Tanrı’nın bu bölgeleri Avrupalı işgalci nüfusuna verdiği iddiasına sık sık başvurulması. Bu özellikle İrlanda, Güney Afrika, İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri’nde geçerliydi.
İkincisi, işgalcilerin yerli halk ile psikolojik ve fiziksel olarak yer değiştirmesi ve kendilerini bu bölgenin meşru nüfusu olarak yeniden tanımlamaları. Bunu, Amerika Birleşik Devletleri’nden, Amerikan Kızılderililerinin yaşadıklarının sonuçlarından biliyoruz. Cezayir’de Fransızlar, fakir Güney Avrupalıları Cezayir’e göç etmeye ve yerleşmeye cesaretlendirdi. Söz konusu işgalciler olduğunda, onlar şimdi Cezayirlilerdi ya da daha özel bir tabirle, Fransız Cezayirlilerdi. Yerli Cezayirlilerin karşılığı ise insandan sayılmamaktı.
Yerleşen fakir Güney Avrupalılar, pieds-noirs(kara ayak) olarak bilinmeye başladılar. Fransız ordusunun yerli güçlere karşı galibiyeti ve en iyi toprakları ele geçirmesinden sonra geldiler; 1830’da başlayan bir fetih. İşgalciler çoğaldılar ve yerli Cezayirliler onların hizmetçileri haline geldiler. Cezayirliler ayaklanmaya başladıklarında vahşice bastırıldılar. Nihayetinde, Fransız hükümeti Cezayir topraklarıyla arasında özel bir bağ olduğuna hükmetti ve Cezayir’in Fransa’nın bir parçası olduğunu ilan etti. Amerika Birleşik Devletleri’nin 1898’de İspanya’dan ele geçirdikten sonra Porto Riko’yu talep etmesi, bu yöntemin bir benzeriydi.
Yerli Cezayirliler -Araplar ve Berberiler de dahil olmak üzere geniş bir Afrika halkının karışımından oluşan bir nüfus- elbette farklı bir bakış açısına sahipti. Onlarca yıl boyunca Fransız sömürgesi altında sömürgeci baskıya karşı hem şiddetli hem de şiddetsiz direniş biçimleriyle uğraştılar. Direniş biçimleri, Fransız hükümetine ve pieds-noir yönetimlerine çok az önem verdi.
Direniş Yasaktı
Fransa’nın Nazi Almanyası tarafından işgal edildiği ikinci dünya savaşının hemen sonrasındaki süreçte, Cezayir halkı ayaklanadı.. 8 Mayıs 1945’te, Fransız yetkililer Cezayir şehirleri olan Temif, Guelma ve Kherrata’da binlerce silahsız Cezayirliyi hedef alan katliamlar gerçekleştirdi. 1954’e gelindiğinde, Cezayir bağımsızlık hareketinin bir kanadı(FLN), Fransa’dan kurtuluş ve işgalci-sömürgeci rejimin tamamen ortadan kaldırılması için tek yol olarak gördükleri silahlı mücadeleyi başlatmaya karar verdi.
İşgalci-sömürgeci sistemlerde ezilenler hapsedildiğinde, işkence gördüğünde ve öldürüldüğünde, zalimler bunu çeşitli şekillerde ele alır. “Hayır, biz asla …” gibi tamamen bir inkar söz konusu olabilir. Olaylar, “Yerlilerin kontrolden çıkmış olması nedeniyle bu adımları atmamız gerekti” şeklinde açıklanabilir. Zalim devlet, “O çocukları sahilde vurmak istemedik; terörist olduklarını düşündük.” diyerek eylemlerini bir kaza veya sivil zayiat olarak ele alabilir. Olaylar hiçbir açıklama yapılmaksızın hasıraltı da edilebilir.
Birbiriyle uyum içerisinde olan ezen toplamın bir cevabı daha var: “Ne yani? Olur böyle şeyler.” Başka bir deyişle, ırkçılıkla, milliyetçilikle ya da sömürgecilikle ezilen yerlilerin yaşamları, hiçbir şekilde, ezen halkın yaşamları ve deneyimleriyle kıyaslanamaz. Zalimin başına gelen her acı, her zaman ezilenlere yapılan her şeyden niteliksel olarak daha büyük bir önem taşır; en azından işgalci-sömürgecilere göre.
Bu işgalci-sömürgeciler, her ulusal kurtuluş hareketinde olduğu gibi, Cezayir Devrimi’nde de güvende değildi elbette. Tanımlanamayan siyah, kahverengi veya sarı bir kitlenin aksine, böyle bir toplamın düşük ahlakında ezilenler ne kadar insan olarak görülebilir? Özgürlük yakarışları acı çeken inatçı sızlanmalardan ziyade, ne kadar kurtuluşları için anlamlı talepler olarak anlaşılabilir?
Cezayir Devrimi çeşitli seviyelerde zorla karşılaştı. FLN, pieds-noir’nın ve/veya Fransız yetkililerin katliam ve çeşitli sayısız vahşetinden, hatta bununla da sınırlı kalmayıp Ultras(aşırı sağ-çev.notu) olarak bilinen pieds-noir grubunun Cezayirli sivillere yönelik alçakça terörist saldırılarından sonra misilleme eylemleri yapma kararı aldı. Görüşleri, Cezayirlilere yönelik bu tür saldırıların devam edeceği, dünyanın hiçbir şey duymayacağı ve işgalciler benzer şekilde acı çekmediği sürece bir şey yapılmayacağıydı. Sonuç olarak, Drif ve diğerleri, pieds-noir sivillerin toplandığı yerlere bomba yerleştirme kararı aldı.
Burası benim kitaba ara verdiğim andı. Bunun sonuçları üzerine düşünmeliydim. Ben her zaman, sivil halkın asla askeri operasyonların hedefi olmaması gerektiği konusunda kararlı bir yaklaşım gösteren biri oldum. Yine de Cezayir’deki 20. yüzyılın en büyük ulusal kurtuluş hareketlerinden biriydi bu ve onlar benim yaklaşımımdan çok farklı bir karar vermişlerdi. Kendimi, Yerli Amerikalıların/Amerikalı Kızılderililerin Kuzey Amerikalı işgalcilere karşı olan, bazen beyaz işgalcileri kaçırdıkları ve/veya öldürdükleri savaşa kafa yorarken buldum. Başka bir seçenek daha var mıydı sırtlarını duvara yaslamaktan başka? Beyaz işgalciler ya resmi asker ya da milisler olarak, daha sonra askeri zafer diye anlatacakları yerli halka karşı katliamlar -beyaz siviller tarafından yaygın olarak gerçekleştirilen katliamlar bunlar- gerçekleştirdiğinde yerli halkın herhangi bir seçeneği var mıydı? FLN’nin bombalı eylemleri, Cezayir’deki işgalci nüfusu asla beklemediği bir şekilde sarsmıştı. Ulusal kurtuluş savaşı şimdi eve çok yakın olan bir gerçeklikti. İşgalciler de artık güvende değildi. Onlar artık –eğer daha önce hiç yaptılarsa– tarafsız kalma, onların varlığına rağmen toprak üzerinde hak iddia etme ve Cezayir halkı üzerinde denetim kurma lüksüne sahip değillerdi. FLN’nin askeri eylemleri Cezayir’de nihai zafere katkıda bulundu, ancak asıl Cezayir Savaşı (The Battle of Algiers)’nın sonunda da gösterildiği gibi, yerli Cezayirliler tarafından sömürgeci Cezayir’i yönetilemez kılan ülke çapında yapılan kitlesel eylemlerin etkisiydi. Sonunda dünyanın büyük bir kısmının onayıyla 1962’de Cezayir bağımsızlığına kavuştu.
FLN üyeleri doğru kararı verdiklerini düşünerek siyaseten rahat görünseler de sivil hedefleri vurma kararındaki ahlaki/siyasi çatışma hala çözülemedi. Drif, kararın kesinlikle doğru olduğuna ve dünyada yakın tarihte gördüğümüz cihatçı şiddet ile karıştırılmaması gerektiğine inanıyor.
Özgürlükçü bir mücadele bütün dünyanın ilgisini nasıl kazanabiliyor? Nasıl zalimlere dikkati çekebiliyorlar ve işgalciler veya basit işgalciler normal olamıyor? Ve tartışmalı olarak, sözde sivil nüfus ne zaman sadece zorba rejimin bir aracı olmaktan denetimin öz ve elzem silahı haline geliyor?
FLN kendi eylemlerini misilleme olarak gördü. Fakat aynı zamanda işgalci halkı da düşmanın bir parçası olarak gördü. Bu sonuç ne mantıksız ne de yersiz görülmemeli. Pieds-noir’nın ezici çoğunluğu “Algérie Française”ye inanıyordu. İşgalciler, Cezayir’in Fransa’da kalıcı olmasını sağlama almak için, kötü şöhretli gizli-faşist örgüt OAS (Gizli Ordu Örgütü)’in kurulması da dahil olmak üzere, Fransa’da birden fazla kez iç savaşa girmeye kalkıştılar. Ancak sivilleri hedef alan eylemler yaptıklarında , FLN’nin yaşadığı zorluklar bu tür saldırıların yarattığı içsel ahlaki ikilemlerin ötesinde gelecek kuşaklar için sahip olacakları dünya görüşüne ve ortaya çıkacak mirasa da işaret ediyordu. Her ne kadar FLN’nin kitle tabanı sivil hedefleri devletin işkencesine ve pieds-noir terörizmine karşı bir misilleme olarak kabul etse de gerçek şu ki, dünyanın geri kalanının çoğu ya aynı fikirde olmadı ya da yapılanın nedenini anlamadı. Dünyanın geri kalanı dikkate alındığında; bildiğim kadarıyla bunların çoğu da savaşta yer almadığından, bu sınırın dışında sayılması gereken sivil kuruluşlar olarak düşünülmeli.
İşgalci rejimlere karşı verilen savaş eşsiz bir mücadeledir; sivil işgalciler çoğu durumda, işgal ordusunun gayri resmi bir bileşenidir. Bu bağlamda, pieds-noirs hiçbir zaman iki taraf arasında seçim yapmak zorunda olan tarafsız bir sivil halk değildi (her halkın savaş sırasında eninde sonunda yaptığı gibi). Kesinlikle, FLN’ye katılmayı seçen işgalci bir azınlık da dahil, her sivil birey bir seçim yaptı. (Frantz Fanon, aslında Martinikli ama Cezayir Devrimi’nin bir kahramanı, A Dying Colonialism [Ölen Sömürgecilik] adlı kitabında Avrupa azınlığına bir bölüm ayırmış ve monolitik bir blok olmadıklarını belirtmiştir.) Bahsedilmek istenen, işgalci kitlelerin sömürge topraklarındaki varlığının kitlesel bir saldırganlık eylemini temsil ettiğidir. Aslında işgalciler bunu, onlar gelmeden önce topraklarda kimsenin yaşamadığını çok kararlı bir şekilde iddia eden ya da efsaneleştiren Güney Afrikalı, İsrailli (“topraksız insanlar için insansız topraklar”), ve ABD’li işgalcilerin masallarından bilirler. Mevcut bir nüfus vardı itirafı, “ilkel” nüfus olduğu şeklinde gerekçelendirilse dahi, toprağın nasıl ve neden kamulaştırıldığı konusunda birçok soruyu beraberinde gündeme getirmektedir. İşgalci-sömürgeci devletlerin genellikle daha gelişmiş ve silahlı olmaları, askeri eğitimlerinin olması ve çoğu kez askeri operasyonlarla topraklara girmeleri de cabası.
İşgal altındaki devletlerde işgalcilerin silahlara erişimi vardır, ancak bu yerliler için genellikle yasaktır. İşgalcilerin suya, kamu hizmetlerine, eylem özgürlüğüne veya eğitime erişimde, onları yerlilerden ayıran ırksal veya ulusal bir ayrıcalığı vardır. İşgalciler, insanlıklarını savunmaya çalışan ve hatta eşitlik taleplerinin bile ayrıcalıklı işgalciler tarafından tehdit olarak algıldığı yerlilere göre daha farklı bir hayat yaşıyordur. Bir grup olarak işgalciler, kendi çıkarlarını yerlilerin çıkarları ile bir görmez, daha doğrusu ayrıcalıklarını savunmak için savaşır; işgalci devletin hükmeden olarak kalmasını istediklerinde devletin biçimsel olarak değişmesi söz konusu olsa dahi, kendilerini “milliyetçiler” olarak ilan edecek kadar ileri bile gidebilirler.
İşgalci rejimle doğrudan bir çelişkisi olamayan sivil işgalci, rejimin baskı aygıtının bir uzantısı değil, basit bir sivil ve bu nedenle de savaşçı olmayan biri olarak algılanır. Çatışma, bir tarafta işgalci aygıtları, diğer tarafta yerellerin örgütü/kurumları arasında geçen resmi bir kavram olarak algılanmaktadır.
Böyle bir senaryo bir maske olsa da çoğu kez inanılmış ve Batı medyasında sıkça dile getirilmiştir. Genellikle ezilenlere, işgalcinin askeri güçlerine karşı bile, bir zulme karşı misilleme yapmak için herhangi bir “izin” verilmez; zalim silahlı kuvvetlerin herhangi bir saldırısı ise meşru müdafaa eylemleri olarak görülür. Bunun gibi benzer mücadelelerde, Cezayir Devrimi’nin mirasına birçok katkıda bulunan, politik olarak sorunlu olsa da tarihsel olarak hak verilebileceğimiz FLN eylemleri üzerine iyice düşünmek gerekir.
Kurtuluş mücadeleleri asla bir başına ele alınamaz ve asla yalnızca iki tarafı içermez. Herhangi bir çelişkiyi kuşatan “görünmez” güçlerdir ve bu da doğrudan mücadeleye katılan tarafları etkiler.
Bazı durumlarda, örneğin ABD’nin Filistin işgali devam eden İsrail’e kuruluş desteği gibi, bu gibi güçler çok aktiflerdir. Diğer durumlarda, örneğin Cezayir Devrimi’nde SSCB gibi (başlangıçta tarafsız, sonra ulusal kurtuluş mücadelesini destekleyici), tarafsız olabilirler, ancak daha sonra dahil olabilirler. Diğer tarafların fiili savaşın doğası da dahil ancak bunlarla sınırlı da kalmayan faaliyetleri, çeşitli faktörlerden etkilenebilir. İşgal karşıtı bir hareket, haklı olarak, işgalcilerin baskı altında olduklarını iddia edebilirler; ancak, her halükarda hareket, belirlenen hedeflerin sonuçlarını analiz edebilmelidir. Sivillerin hedef alınması halinde, örneğin, yalnızca diğer hükümetler değil, yurtdışındaki dayanışma hareketleri de dahil olmak üzere, potansiyel müttefikler üzerindeki etkisi ne olacak? Potansiyel müttefikler meşru bir misilleme hakkı mı tanıyacak, yoksa eylemlere terörizm gibi mi bakacaklar?
60’ların sonlarından 90’ların ortasına kadar Kuzey İrlanda’daki sözde “sorunlar” sırasında, İrlanda Cumhuriyet Ordusu, sert hedefleri (askeri veya hükümet hedeflerini) yumuşak hedeflerden (siviller) ayırmak için genellikle büyük çabalar sarf etti. Bu, sivilleri öldürmediği anlamına gelmiyordu -politikanın bazı korkunç istisnaları vardır- ancak siviller genellikle askeri eylemlerin hedefi değildi. Bu tavır IRA’yı yumuşak hedef-zor hedef ayrımını göz ardı eden ve milliyetçi/katolik sivillere oldukça rahat saldıran sadık paramiliter örgütlerden ayırdı. Böyle bir yaklaşım, İngiliz medyasının IRA’yı terörist olarak resmetmesini zorlaştırdı, bununla birlikte İngiliz medyası da bu konuda Londra hükümetini desteklemek için fazlaca mesai yaptı. İrlanda örneği aynı zamanda ilave olarak yeni bir sorunu da bize göstermekte.
Sorun yaşanırken, İngilizler ilk eden, 1988’de Kuzey İrlanda’ya yaptığım ziyaret sırasında benim de tanık olduğum, sivil kurumların içinde veya yakınında askeri tesisler kuracaktı. Bu, IRA bir İngiliz kurumuna yönelik askeri saldırı gerçekleştirirse, sivillerin öldürüleceği veya yaralanabileceği ve İngilizlerin saldırıyı “terörizm” eylemi olarak tanımlayabilecekleri iyi bir şans anlamına geliyordu. İngilizlerin aslında bu durumu yarattığı gerçeği, medya tarafından genellikle gözden kaçırıldı.
Güney Afrika’daki ırkçılık karşıtı mücadele sırasında, Afrika Ulusal Kongresi de askeri eylemlere yönelik benzer bir yaklaşımı benimsedi. Temel politika sivillerin hedef alınmaması gerektiğiydi, ancak her zaman bir askeri ya da hükümet hedefine yönelik saldırı sonucu sivillerin öldürülebileceği ya da yaralanabileceği biliniyordu. Sömürgeciliğe karşı mücadelelerde ve işgalci-sömürgeci rejimlere karşı ulusal kurtuluş hareketlerindeki temel zorluk, ezilenlerin çelişkilerinin neredeyse hiçbir zaman ezenler ile çağdaş eşitliklere sahip olmamasıdır.
Öte yandan, geriye dönüp bakıldığında, sivillere karşı da dahil olmak üzere, ezilen ya da “haklı” grubun eylemleri genellikle bir dereceye kadar meşruiyet kazanır. Dolayısyla, FLN’nin Cezayir’deki kampanya konusu 1950’ler bağlamında görülmelidir. Etik değerlendirmeler nelerdi ve işgalci sivilleri hedef alma amacı Cezayir kurtuluşunun amacını nasıl etkiledi? Fransızları ve/veya pieds-noirları Cezayirlilere yaptıkları zulümden ne derecede alıkoyabildi? Ve Cezayir Devrimi’nin sivil hedeflere yönelik saldırılara verdiği iznin kalıcı etkisi ne olacaktı? Aynı tarihsel dönemde, Vietnam solu çok farklı bir karar verdi.
Hem Fransızlara hem de daha sonra ABD kukla rejimlerine karşı savaşta Viet Minh, daha sonra Ulusal Kurtuluş Cephesi ve Vietnam Halk Ordusu savaştıkları rejimlerin aparatına kıyasla- her zaman başarılı olmamakla birlikte, sert hedefler ve yumuşak hedefler arasında ayrım yapabilmek için çok çalıştılar. Davranışlarının, Vietnam ulusal kurtuluş mücadelesinin uluslararası olarak nasıl algılandığı üzerinde büyük bir etkisi oldu. Cezayirli FLN kazandı ve Cezayir özgürleşti. Etikten başka göze çarpan bir diğer konu da özellikle diğer ulusal özgürlük hareketlerinin vardığı sonuçlardır. Cezayir Devrimi’nde, diğer anti-sömürgeci ve anti-işgalci hareketlerle karşılaştırıldığında, işgalci sivillerin öldürülmesine doğru giden yolu gerektiren bir zor var mıydı? Diğer hareketler benzer durumlarda çok farklı seçimler yaptı.
Bu bir yargılama meselesi değil, bir değerlendirme. Cezayir’deki anti-sömürgeci savaşta sivillerin öldürülmesi, yıllar sonra cihatçıların zihninde, sert hedefler ve yumuşak hedefler arasındaki çizginin bulanıklaşmasını meşrulaştırdı mı? Bir kitleye karşı terör yoluyla, bu kitleyi belirli seçimler yapmaya zorlayabileceği sonucuna varması için bazılarına yol açtı mı?
Bunlar Zohra Drif’in önemli anılarında eleştirel olarak dikkate alınması gereken konular. Bir militan olarak Drif, eylemlerinde devrimin romantikleşmesini bir kenara bırakıyor. Birçok insan mücadelenin başlangıcında ulusal kurtuluşun kazanılamayacak bir savaş olduğunu varsaydığı halde, onun ve FLN’deki diğer yoldaşlarının cesaretini takdir etmek için ise vardığı sonuçları onaylamamıza gerek yok.
*Bill Fletcher, Jr. TransAfrica Forumu’nun eski başkanı, yazar ve sendikacı eski. Twitter, Facebook ve www.bill fletcherjr.com adreslerinde takip edilebilir.
KAYNAK: Zeynep Rasih tarafından http://www.komungucu1.com için çevrilmiştir.
Orijinal kaynak: https://zcomm.org/zmagazine/zohra-drifs-memoir-of-a-woman-freedom-fighter-%E2%80%A8/