Umut Yazıları

Cemre’den yazılar: Gün İşçilerin Birlik Günüdür!

İşbirlikçi tekelci oligarşinin sınıf egemenliği, emperyalizme göbekten bağımlı olması, yapısal krizlerin, bu krizlerin sonucu olan faturaların ve bu faturaların işçi sınıfının yaşamında yarattığı ağır yıkımların esas nedenidir. Ve dolayısıyla tüm bu durumdan tekelci sermaye oligarşisi sorumludur.

KRİZİN FATURASINI PATRONLARA ÖDETTİRELİM!

 

Türkiye kapitalizminin yaşadığı ekonomik kriz her geçen gün daha fazla kendini göstermektedir. Büyük bir borç yüküyle yürüyen çarpık gelişmiş Türkiye kapitalizmi, inişler çıkışlar, krizlerle birlikte artık yürüyemez hale geldi. Sermayenin borçlarını yapılandırmak için sıraya girmesi ve şirket kapatmaların, işten çıkarmaların çoğalması büyük krizin ilk işaretleri olarak görülmeli. İyi günlerinde gelir oranlarını hesaplarken ağızlarının suyu akan patronlar, katlanmaları gereken nispeten kötü günler daha gelmeden (yani karlarından hiç zarar etmeden) olası faturayı işçilere ödetmeye hazırlanıyorlar. Bunu yaparken de, patronlara “ne istediniz de yapmadık” diyen cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP’ de tam boy yanlarında. Orta Vadeli Program denilen uygulamalar ve patronlar tarafından sıklıkla dillendirilen “Yapısal Reform Paketleri” ile yeni açıklanan 100 günlük program, krizin faturasını işçilere ödetmeyi hedefleyen uygulamalar olarak görülmeli.

Hükümet OHAL’i bitirdiğini ilan etti ama çıkardığı yeni yasalarla, bakanlara, valilere, emniyet müdürlerine verdiği yeni yetkilerle aslında OHAL’i kalıcı hale getirdi. Darbe gerekçesi ile ilan edilen OHAL ile çok net görüldü ki (en yetkili ağızdan da itiraf edildi) OHAL esas olarak işçi sınıfının mücadelesini engellemek için kullanıldı ve belli ki kullanılmaya devam edilecek. Bir önceki dönem darbe ve savaş ortamını bahane ederek sınıf mücadelesini engelleyenler şimdi de ekonomik kriz bahanesi ile sınıfın hak alma mücadelesini engellemeye hazırlanıyorlar. Açıklanan 100 günlük programda çalışma yaşamının sorunları yok, krize çözüm yok. Göstere göstere gelen ekonomik krizi görmezden gelen, işçilerin sorunlarını yok sayan, seçim meydanlarında verilen sözlerin unutulduğu bu programın ülkenin ve emeğiyle geçinen büyük çoğunluğun temel sorunlarına çözüm olamayacağı çok açık olmasına rağmen sermayenin iştahını kabarttığını görebiliriz. Programda yükselen enflasyon ve döviz kuru karşısında ne yapılacağına ilişkin tek satır yok ama 100 gün içinde işverenlere 5,25 milyar lira teşvik verileceği müjdesi var. Bu teşviklerin büyük ölçüde işçilerin maaşından kesilen ve çeşitli gerekçelerle işçilere verilmeyen İşsizlik Sigortası Fonu’ndan sağlanacağı da biliniyor artık.

Programda işsizlikle mücadele ise kısmı tedbirler ve güvencesiz istihdam biçimlerinin artırılması biçiminde oldukça sınırlı bir şekilde ele alınmış durumda. Kalıcı istihdam artışı sağlayacak tedbirler programda yok. Kanal İstanbul ve Millet Bahçeleri gibi onlarca rant projelerinin yer aldığı programda, milyonların iş ve geçim sıkıntısı ile ilgili hiçbir öneri ya da çözüm yok. Kadın işçi istihdamının artışı her iş kolunda kadın temsilinin güçlendirilmesi ve istihdamda cinsiyetçi uygulamalara son verilmesi gibi önlemler de programda yok. Ama kadınların asıl sorumluluğunun evdeki işler olduğunun altını çizen, kadın istihdamını “annelik” üzerinden tanımlayan, bu yüzden de kadınları çalışma hayatında gelip geçici misafirler olarak gören ve bu nedenle güvencesiz istihdam biçimlerinin önünü açan yaklaşım 100 günlük programda açıkça kendini gösteriyor.

Belli ki önümüzdeki süreçte hem patronların dillendirdikleri yapısal reformlarda hem de siyasi iktidar tarafından açıklanan, hazırlanan programlarda iş gücü maliyetlerinin düşürülmesi (ücretlerin ve asgari ücretin düşük tutulması) staj adı altında çocuk ve genç emeğinin üretime katılarak sömürülmesi, işçinin elinde kalan son kazanımlardan olan kıdem tazminatının kaldırılması da gündeme gelecek. Şimdilik azar azar da olsa görmeye başladığımız ama kriz derinleştiğinde artacak olan toplu işten atmalar, çalışma sürelerinin karşılıksız uzaması, ücretlerin azaltılması gibi uygulamalarda muhtemel ki bu reformlara eklenecektir.

Çalışma yaşamının olağanlarından biri haline getirilen iş cinayetlerinde OHAL sürecinde artış olduğu görüldü. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi tarafından sunulan raporda 21 Temmuz 2016 tarihinde ilan edilen OHAL koşullarında iş cinayetleri yüzde 14 artış gösterdi. İş cinayetlerinin artışında etken olan şey sanıldığı gibi ilkel çalışma koşulları değil, aşırı kâr için ucuz emek gücü cenneti haline getirilen ülkede işçi hayatının hiçbir öneminin kalmamasıdır. Önlem için harcanacak maliyet işçinin canından daha pahalı geliyor patronlara. OHAL koşulları bu kanıksanan durumu katmerleştirmiştir. Önceki programlarda da olduğu gibi yeni 100 günlük programda da ne işçi sağlığı ve iş güvenliği adına ya da işçi ölümleri için bırakalım çözüm önerilerini, tek bir satırla bile yer almıyor.

Günümüze kadarki sınıf mücadelesi deneyimleri göstermektedir ki böylesi kriz dönemlerinde “ enflasyon artıyor”, “ücretimiz yetmiyor”, “fiyatlara yetişemiyoruz mahvolduk”, benzeri yakınmaların patronlar ve onların temsilcileri üzerinde hiçbir karşılığı yoktur. Tersine onlar, sadece krizlerin değil sistemin hangi faturası varsa bunu geçim derdine, canının derdine düşürülmüş işçilere yıkmakta bir an bile tereddüt etmezler. Bu yüzdendir ki sadece durum tespiti yapmak, olup biteni tartışmalarla sınırlamak, sadece patronların işine yarar. Bugün yapılması gereken sistemin işçilere ödetmeye çalıştığı faturanın kesinlikle kabul edilmemesidir.

Mevcut olumsuz durumu kabul etmeyerek açlık sınırındaki asgari ücrete, düşük ücretlere, enflasyon artışına, vergi artışlarına, sistemin krizinin yol açtığı yıkımlara ve işçilere fatura edilmek istenen acı reçetelere karşı mücadele edilmelidir. Krizin faturasını ödemek istemeyen ve eylem yapan, sokağa çıkan işçileri hazırlanmaları gereken daha sert bir dönem beklemektedir. Burada öncelikle görev proletarya sosyalistlerine, sendikalara ve emek örgütlerine düşmektedir. Sendikaların bugünkü mevcut durumunu dikkate aldığımızda görev asıl olarak partimize, işçilerin ileri kesimlerine ve sendikalar içerisindeki sınıf bilinçli, mücadeleci sendikacılara düşmektedir.

Kriz ortamı, kötü çalışma koşulları ve baskılar karşısında sorunları her geçen gün daha çok artan işçiler arasında huzursuzluğun çoğaldığı açık. Bu huzursuzluğun sonucu olan fabrikalarda yaşanan tekil direnişler bu gerçeğin öne çıkan göstergesidir. Önümüzdeki dönemin daha büyük eylem patlamalarına gebe olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Kriz koşullarındayız ve toplumsal hareketliliğin, direniş ve eylemlerin ağırlık noktası bir kez daha işçi sınıfıdır. Çalışma ve yaşam koşullarının düzeltilmesi için mücadelenin ve mücadele araçlarının yenilenmesi, zenginleşmesi sorumluluğu en başta proletarya sosyalistlerinin ve öncü, ilerici işçi kesimlerinin omuzlarındadır.

Krizin ve onun yarattığı ağır sorunların arkasında yer alan kapitalist sistem gerçeğini her yönüyle işçi sınıfına anlatmalı ve çözümünü de sunabilmeliyiz. Krizin faturasını işçilerin değil patronların ödemesi gerektiği  yönünde kampanyalar, çeşitli eylemler yapmak için örgütlenme çalışmaları yapmalıyız.

Bu görev, yükselen enflasyon, döviz, faizler yani kriz ve bunlara bağlı olarak düşük ücretlere, uzun çalışma saatlerine, işten çıkarmalara karşı örgütlenmeyi, işçileri ortak talepler etrafında bir araya getirerek mücadeleyi yükseltmeyi gerektirmektedir. Tüm gelişmeler işçi sınıfının kendi sorunlarına kendisinin çözüm bulması gerektiğini gösteriyor. Sorunların yaratıcısı olmadığı halde faturasının ödettirilmek istendiği işçiler daha fazla yoksullaşmamak, işsiz kalmamak için mücadeleyi göze almak, aynı durumda olan işçi kardeşleriyle yan yana gelmek ve kalıcı kazanımlar için kalıcı, güçlü örgütlenmeler oluşturmak zorundadır. Kapitalist sistemde patronların egemen olduğu sistemde sorunlarımızı çözmek, taleplerimizi kabul ettirmek kolay değildir. Bu kazanımlar ancak eylemlerle, direnişlerle, grevlerle, sokak eylemleriyle ve yükselen sınıf mücadelesiyle sağlanabilir. Zaten bu mücadelenin pratiğinde sınanan işçiler bir partide birleştiğinde işçilerin iktidarda olduğu sınıfsız, sömürüsüz bir dünyayı kurabilirler.

Patronlardan, düzen partilerinden, reformist yaklaşımlardan medet ummak yerine sınıf kardeşleri olarak bir araya gelmeli ve kendi haklarımız için, mücadeleyi birleştirmek için, daha fazla emek harcayıp sınıf mücadelesini yükseltmeliyiz.

İşçiler Kurtuluş Kendi Ellerimizdedir!

Paylaşın