Seçtiklerimiz

Roni Gören: Birlik İhtiyacı Hiç Olmadığı Kadar Elzemdir

Devrimci Parti MYK Üyesi Roni Gören, 24 Haziran seçimleri sonrasında ortaya çıkan yeni yönetim sistemine karşı Devrimci Parti ve Sol-Sosyalist yapılarının nasıl bir pozisyon alacağını Fersude  ile konuştu. 

Fersude: 24 Haziran seçimi sonrası Türkiye parlamenter sistemden cumhurbaşkanlığı sistemine geçti. Öyle görünüyor ki özellikle bu yeni sistemde sol-sosyalist partiler üzerinde baskı artacak. Devrimci Parti bu süreçte nasıl bir yol haritasıyla hareket edecek?

Roni Gören: Öncelikle Elbette ki Cumhuriyet kuruluş mantığı itibariyle öyle çok demokratik, işçi sınıfın dostu ezilenlerin dostu bir devlet değildi. Devlet zaten yapısı gereği egemenlerin tahakküm aracı olduğu için aslında var olduğu günden bu güne baskısı devam ediyor. Türkiye cumhuriyeti için bu geçerli. Ancak yeni pratikte, olağan bir devlet tipinden olağanüstü bir devlet tipine geçiş sürecinin gerçekleştiğini, meseleye vakıf bütün yapılarca, bütün çevrelerce söyleniyor. Devrimci Parti olarak, 24 Haziran seçimlerinin üzerinden cepheleşmeyi anlatırken bunu söylüyorduk.

Bu yüzden buna karşı normal bir seçimmiş gibi bakmadık. Seçime girmeden önce şunu söylüyorduk. Tayyip Erdoğan kaybedeceği seçime girmez. AKP kaybedeceği seçime girmez. Dolayısıyla bizim seçimden temel beklentimiz, AKP’nin seçimle gideceği, kanaati değil. Ancak seçimle birlikte 24 Haziran seçimlerinden beklentimiz, AKP karşıtı bütün güçlerin bir cephede yan yana gelmeleri, aslında faşizme karşı birleşik cephe olarak da tanımlana bilinecek bir sürecin başlangıcı olmasıydı. Aslında böyle bir durum da gerçekleşti. Hemen hemen bütün sol-sosyalist güçlerin kendini var ettikleri ittifaklarla, bileşenlerle HDP etrafında ve AKP karşısında konumlandığı bir sürecin içerisinden geçtik. Ancak temel mesele, bunu durumu seçimlerden sonra da devam ettirebilmektir. En nihayetinde seçimler görüngülerdir, esas değişim seçimlerde gerçekleşmez. Parti olarak, devrimci bir hamle olmadığı sürece, seçimlerden çok da bir şey beklemiyoruz. Dediğim gibi birlikteliğin büyütülme zemini olarak kurguluyoruz.

24 Haziranla birlikte aslında günden bugüne ne oldu diye bakmak gerekirse olağanüstü bir rejim var, olağanüstü bir devlet tipi var. Partimiz bunu faşizmin kurumsallaşması süreci olarak tarifliyor. Bugün olan şey nedir diye baktığımızda, göreceli olarak direnişlerle mücadelelerle kazanılmış demokratik hakların hak kullanımlarının var edildiği demokratik bir muhtevası da olan devletin, OHAL ile birlikte tamamen yasaklandığı, bir grubun kontrolüne hatta bir kişinin kontrolüne geçtiği bir süreçtir. Bu seçimden sonra devlet mekanizmasının çıkarılan yasalarla birlikte AKP’ye ve Erdoğan’a bağlama durumu gerçekleşti. Başkanlık rejimi denilen rejim, yargı, yönetme, idare gibi bütün üst yapı kurumlarını aslında Erdoğan’ın şahsında, Başkana doğrudan bağlanmasıdır. Bugün aslında gerçekleşen durum bu. Sendikal yasalara müdahale hakkından, siyasi partilerin işleyişine, sokaktaki bir ismin değişimine kadar Erdoğan’a bağlanan bir sistem, Tabi ki yeni sistem diğerine göre çok daha totaliter, çok daha baskıcı. Faşist saldırıların artacağı bir sürecin içerisine giriyoruz. Yeni sistemi böyle okuyabiliriz.

Fersude: Bir eleştiri olarak sürekli tekrarlanan şey şu: Sol-Sosyalist yapılar halkla temas etmeyen yapılar olarak tarif ediliyor. Buna karşılık İstanbul özelinde birkaç mahallede örgütlenme alanı bulmuştu kendisine. Devlet politikalarıyla artık bu mahallelerde de ciddi bir zayıflamanın olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Gelinen noktada daralmalar nasıl aşılacak. Kitleler ile teması nasıl sağlayacaksınız?

Roni Gören: Oraya gelmeden önce sistemin kendisine dair yöntem üzerinden bir değerlendirmeye giderek yapacaklarımız ya da yapabileceklerimiz üzerinden bir tartışmaya gidebiliriz. Şimdi mevcut yapıda sosyal ve siyasal baskının çok artacağının işareti var. Sosyal baskı, insanların yaşamlarına, giydiği kıyafetlere, içki kullanmasına, sigara kullanmasına, ibadet biçimlerine kadar bir bütün olarak hayatın kendisine yönelen ciddi bir sürecinin içerisinde olduğumuzu söyleyebiliriz. Bunun daha da önümüzdeki süreçte artacağını söyleyebiliriz. Bunun emareleri de şimdiden var. Özellikle Cemevlerine yani bir inanç gurubunun ibadethanelerine yönelik bu denli bir saldırı aslında baskının ne denli kirli olabileceğinin çok net işareti. Sosyal baskı, gün geçtikçe devam edecek daha da artacak. Bununla birlikte siyasal baskının da artacağını söylemek afaki olmaz. Hatta bunun emarelerini de yine alıyoruz, Mesela Eren Erdem, CHP’nin biraz solunda duran bir milletvekili olmasına rağmen 24 Haziranda aday olmadı. Arkasından da Eren Erdem’in tutuklanması sürpriz bir şey değil. Aslında AKP’nin baskısının ne denli artacağı ya da vekil seçilen kişiler hakkında fezlekelerin şu an oluşturuluyor olması, sol-sosyalist güçlere yapılan toplu operasyonlar, seçimden sonra olağan şeyler. Siyasal baskı da kendini her geçen gün yükseltiyor arttırıyor.

Fersude: Sözünü ettiğiniz baskı bir yan yana gelişi zorunlu hale getirmiyor mu?

Roni Gören: Baskılar arttıkça sol-sosyalist güçlerin yan yana gelme ihtiyacı hiç olmadığı kadar, Türkiye Cumhuriyeti’nde darbe süreçleriyle de kıyaslayabileceğimiz derecede elzemdir. Biz parti olarak, şunu söylüyoruz, Birlikte mücadele edemezsek, birlikte bir cepheyi örgütleyemezsek, sol güçlerin bir yıkımın altında kalabileceği bir sürecin içerisindeyiz. Sol hareketlerin temel iki problemini şöyle koyduk ortaya: 1. Birlik problemi, birlikte mücadele problemi. 2. Kitleden kopuk bir perspektif.

Soru şu: Birlik problemini, seçimlerle birlikte oluşan birliği daha sınıfsal bir eksende nasıl taçlandıracağız, nasıl büyüteceğiz. Çünkü verili sitem, kapitalizm günlük güneşlik bir sistem değil, aslında başkanlık sistemi de tam da bununla alakalı.

Siyasal ve sosyal baskıdan söz ettikten sonra ekonomik olarak ülkenin durumunu da tahlil etmek gerekiyor. İşte Korkut (Boratan) hocanın yazdığı pek çok yazarın hocanın da söylediği, AKP’nin idaresindeki Türkiye ekonomisinin çok hızla bozulduğu ve önümüzdeki 2-3 aylık süreçte İMF politikalarına da onay vereceği ve İMF ile anlaşmalar yapacağı.

Bu neyin işareti? İMF ile borç anlaşmaları yapılacak. Çünkü özel sektörün ve devletin borçları korkunç derecede yükselmiş durumda. Bunu ancak İMF ile çözebilir. İMF ile anlaşma imzaladıktan sonra İMF politikaları ekseninde ciddi kemer sıkma politikalarının gündeme gelmesi, kamu yararına olan harcamaların kısıtlanmasına kadar; her şeyin özelleştirilmesi -özelleştirilmeyen ne kaldı- anlamına geliyor. Grevlerin, sendikal hakların yasaklandığı, direnişlerin yasaklandığı bir sürecin içerisine giriyoruz. Ekonomik kriz, kendini bu sürecin içerisinden ancak böyle çıkartmaya çalışacaktır. Yükselen sınıf hareketini engellemek isteyecekleridir. Emperyalizm, AKP ile kol kola yürümeye devam kararını 24 Haziran seçimlerinde çok net bir şekilde emarelerini görebiliyoruz. Temel sebebini aslında biraz da buradan okuyoruz parti olarak. Yani yükselecek sınıf hareketine karşı mücadele edecek, baskı uygulayacak bir rejime ihtiyaç var. Başkanlık rejimi ve Erdoğan rejimi tamda işçi düşmanı bir yerden, sınıf düşmanı bir yerden saldırılarını sürdürecektir

Fersude: Biraz önceki soruya gelirsek, kitlelerle teması nasıl kuracaksınız?

Roni Gören: Bugün pek çok yerde direnişler de grevler de devam ediyor. Aslında iktidar da krizli ve sorunlu bir sürecin içeresinde. Sınıf hareketinin bu denli yükseldiği noktada bizlere düşen temel görev, AKP’nin yarattığı soyut ve aslında temel olmayan çelişkiyi yani AKP’nin temel kutuplaştırma yöntemini Alevi’ydi, Sünni’ydi, muhafazakardı, laikti sekülerdi bunlardan öte, bu taraflılığın örgütlenmesinden öte birbirini kıramayan iki taraf var. Bunu ancak sınıfsal mücadelenin araçları ve yöntemleri ile kırabileceğimizi düşünüyoruz. İşte bugün giremediğimiz yoksul mahallelere, solun-sosyalistlerin olmadığı mahallelere, sınıf eksenli politikayla, işçi sınıfı ve ezilenler eksenli bir hat ile girilebileceğini ve mücadelenin buralarda örgütlenebileceği inancındayız. Bununla ilgili tabi çalışmalarımız da var. Bir taraftan da çok ciddi bir baskı süreci var. Özellikle sünni olan mahallelerde. Solun soyutlanması, aslında baskının ne denli büyük olduğunu, ne denli fazla olduğunun işareti. Ama önümüzde fabrikalara girebilmenin, yoksul mahallelere girebilmenin önümüzdeki temel sorun ve sorumluluğumuzun olduğunun farkındayız. Sol-sosyalistlerin temel görevinin bu olduğunu söyleyebiliriz.

Birleşik bir mücadelenin imkânı var mı? Görüştüğümü sendikalar da partilerde aynı şeyi söylüyor. Birlik ihtiyacı var tek başına bizim gücümüz yetmiyor deniliyor. Ama buna karşılıkta gözlemlerimiz birleşmeye yönelik bir durumun olmadığı. 24 Haziran öncesi süreçlere de baktığımızda bir yan yana gelme olmasına rağmen tam anlamı ile bir ortaklaşmadan söz edilemiyor. Bunun yani soldaki birleşmenin imkânı nasıl yaratılacak biraz ondan bahsetmek gerekiyor sanırım.

Seçimlerle birlikte bir yan yana gelişin olduğu gerçek ama bunun soyut bir yan yana geliş olduğunu da söyleyebiliriz. Çünkü 24 Hazirandan sonra ne olacak sorusu sorulduğu zaman esas bizim tıkanıklık noktamız, solun tıkanıklık noktası burada. Yani çalışmaları ve birlikte yan yana gelişi salt seçim üzerinden kurgulandı ve seçim sonrasında boşa düşüldü. O zaman nerden kurgulamamız gerekiyor. Sol-sosyalist güçler, birlikte mücadeleyi nerden kurması gerekiyor. Ha keza sendikalar. Bunun, tamimiyle sınıfsal eksenli politikalar ve sınıf mücadelesinin büyütülmesi ekseninde kurgulanması gerekiyor. Sadece belli siyasi partilerin, belli sol sosyalist güçlerin yan yana gelişi değil. Elbette ki sendikaların, odaların, mesleki oluşumların, grupların da bir bütün olarak mevcut sisteme karşı durduğu yerden itiraz etmekle birlikte, kendi özgünlüğünü koruyabileceği, birlikte sınıf eksenli, işçi sınıfının mücadelesinin büyütülmesi eksenli duruşa ihtiyaç var. Bizi, aslında kopmaz bağlarla bağlayacak olan temel şey budur. Yoksa çok farklılığımız var. Türkiye sosyalist hareketinin tarihinden bu güne pek çok hareket gelişti, pek çok yapı mevcut. Şimdi herkesin belli farklılıkları var. Yapılar, kendi farklılıklarını koruyarak var oluyor. Bizler farklılıklarımızı öne çıkarmaktan ziyade aynılıklarımızı öne çıkarmalıyız. Bugün bizim aynılığımız nedir. Aynılığımız, AKP ve verili sistemin sahibi Tayyip Erdoğan’a karşı ortak bir mücadeleyi örgütleme gerekliliğidir. Bulunduğumuz her alanda, fabrikalardan iş yerlerine, bürolardan okullara, sınıflara, her yerde bunu örgütlememiz gerekiyor. Bunu kitleden kopuk, soyut sadece birkaç grubun, yan yana geldiği değil, çok ciddi bir yan yana gelişle birlikte, bunun kitleyle olan bağını da kurarak gerçekleştirmeliyiz. Üretmekte zorlandığımız, kitlelere ulaşamamamıza engel teşkil eden temel sorun bizce bu. Doğru politika, ancak doğru bir mücadele hattıyla açıklanabilir. Yoksa ne kadar doğruları ortaya koyarsak koyalım, Marksizm’in uygulanabilirliği tezini karşılayamayız. Sadece doğruları söylemek yetmiyor. Bugün herkes, bütün çevreler, olağanüstü bir rejimi tariflerken doğruları ortaya koyuyor ama temel mesel bunlarla birlikte bunu değiştirme iddiasının ne kadar gerçekçi olduğu ve ne kadar çaba sarf ettiğidir. Biz Devrimci Parti olarak, bütün yapılarla ve kurumlarla görüşüyoruz. Seçimden sonra da görüşmelerimiz devam ediyor. HDP çevresindeki yapılarla daha fazla yan yana gelişler oluyor. Gücümüz yettiğince, emeğimiz yettiğince, biz bu birlik arayışını, birlikte mücadele arayışını sürdürmeye devam edeceğiz. Önümüze bunu, temel bir görev olarak koyuyoruz.

Fersude: Muhalif gruplar, Sol-Sosyalist yapılar, sürekli olarak AKP ve Erdoğan söylemini kullanıyor. Siz de cevaplarınızda aynı şeyleri kullandınız. Bu söylem iktidar tarafından sürekli kullanılıyor. Erdoğan karşıtı bir cephe var. AKP ve Erdoğan neyi sembolize ediyor?

Roni Gören: Sınıfsal olarak bulundukları yer, tamamıyla devletin tepesinde, egemenler safında duruşları ile açıklanabilir. Özellikle Tayyip Erdoğan ve başkanlık sistemi derken, anlatmaya çalıştığımız yasaların ve bütün üst yapı kurumlarının aslında kişiye ve kuruma bağlanması. Kişi Erdoğan, Kurumların başkanlık sistemine bağlanması ile birlikte Erdoğan ve AKP’yi hedef almamızın sebebi sistemin şu anki sistemin yürütücüleri oldukları içindir. Yoksa bizim AKP’li yöneticiler ya da Erdoğan’la kişisel olarak sorunlarımız olduğundan değil. Sınıfsal olarak ta ciddi bir yere tekabül ediyor. Erdoğan demek şu demek işte; çocuk tacizlerini, tecavüzlerini aklayan ve bunu görmezden gelen, işçilerin iş cinayetlerinde öldürülmesini fıtrat olarak dile getiren, hakeza grevleri yasaklayan, sermaye sahiplerine ne istediniz de vermedik tarzında söylemleri de olan bir muktedir demek. Sermaye sahiplerinin bu dönemde yüzde 1500 karlarını artırması, bizi bu kişiden ziyade bir sınıfsal pozisyona itiyor. Dolayısıyla AKP ve Erdoğan karşıtlığını, tam olarak sınıfsal karşıtlık üzerinden kuruyoruz. Sınıfsal konumlanma üzerinden kuruyoruz. Bu sistemin başında başkaları olsaydı, onlardan bahsedecektik. Hedefimizde, sistemin kendisi, kapitalist sistemin, emperyalist sistemin kendisi var. Yani o iki özneden anladığımız şey budur.

15 Temmuzun hemen sonrasında ilan edilen ve 24 Haziran seçimleri sonrasında kaldırılan uzun bir OHAL süreci yaşandı. 24 Haziran seçimleriyle birlikte ülkenin yönetim sistemi değişti. 24 Haziran sonrasında toplumsal yaşamda nasıl değişiklikler oldu ya da oldu mu?

Aslında tam karşılığını göremedik çünkü şu an bir üst yapı kurumu şekilleniyor. Sistem henüz tam anlamıyla hayata geçirilmiş, tıkır tıkır işleyen bir süreçte değil. Şu anda süreç, üst yapı kurumlarının tamamı, başkanlık sisteminden dolayı başkana bağlandığı bir süreç. Dolayısıyla bunun doğrudan şiddeti ile karşı karşıya kalmış değiliz. Ama çok uzak olmayan bir dönemde özellikle paramiliter güçle polis gücüyle sokağa, halka, devrimcilere dönük ciddi saldırılar olacak. Seçim öncesinde başlayan AKP-MHP ittifakı devam edecek gibi görünüyor. MHP ittifakı ile birlikte direnen, sokakta olan, mücadele yürüten herkese karşı ciddi saldırıların artacağını söyleyebiliriz. Bu yalnızca siyasal baskında öte, doğrudan zor aygıtları devreye sokularak hayata geçirildiği bir baskı olacak. Yani şu an bir sistemin kendini inşa etme problemi var. Bu durum kendisi açısından hareket alanını daraltıyor. Her yerde savaşma imkânını daraltıyor. O yüzden belli yerlerde pozisyonunu koruyor. Kendi iç organizasyonunu tamamlamak istiyor. Bu iç organizasyonunu tamamladıktan sonra, çok daha büyük bir saldırının karşımıza çıkacağını söyleyebiliriz. Yani tren henüz kaçmış değil, henüz her şey bitmiş değil. Tamamıyla yenildik psikolojisine asla girmedik. Girmeyi de düşünmüyoruz.

Sistemin kendisi varoluşu itibariyle durduğumuz yeri, sınıf mücadelesini ve devrimcilerin durduğu yeri büyüten, güçlendiren ve imkânlar, fırsatlar sunan bir durumdur. Biz de, çok geç olmadan hızla, kendi iç organizasyonlarımızı tamamlayıp kurumsallıklarımızı sağlayıp, birleşik mücadele noktasında en ileri mevzileri örgütleyebilmemiz gereken sürecin tam da bu süreç olduğunu işaret ediyoruz. Bunu bugün gerçekleştiremezsek, yarın çok geç olabilir. Bugün esas meselemiz bu. Bu süreç devam ederken, sosyalist güçler arasındaki birliğin sağlanabilmesi, hızla hayata geçirilmesi ve bunun pratik adımlarının atılması gerekiyor. Önümüze düşen acil görevler bunlardır.

Fersude: Eski başkanınız Musa Piroğlu şu anda HDP den milletvekili. Seçimden sonra birkaç düzenleme için çalışmalar devam etti ama hemen sonrasında meclis tatile girdi. Buna rağmen Piroğlu aktif bir vekil olacağının sinyallerini verdi. Önümüzdeki dönemde nasıl bir paslaşma halinde olacaksınız?

Roni Gören: Aslında Musa ( Piroğlu) yoldaş adaylığı kesinleştikten sonra bir tweet atmıştı, sokaktan geldik sokakta kalacağız tarzında. Dolayısıyla aslında durduğu çizgi, -elbette ki meclis çalışmalarına bir düzeyde katılır çalışmasını yapar- kendi söylemi itibari ile sokakta aslında yan yana duracağımız, kafamızı çevirdiğimizde, önümüze baktığımızda görebileceğimiz bir kişidir, milletvekilidir kendisi. Birbirimizi besleyen bir pozisyonda olacağız. Biz, meclisi bir mücadele alanı olarak görüyoruz. Sözümüzün söylendiği, görünürlüğün olduğu bir alan ama sadece bir alandır. O alana sıkışmamak gerekir. Parti olarak sadece meclis alanına sıkışmanın doğru olduğunu düşünmüyoruz. Zaten eski genel başkanımız olan Musa yoldaş da bundan ziyade daha çok sokakta olacağını, sokakta kalacağını, nerde bir direniş varsa oraya gidilmesi gerektiğini ve kendisinin de gideceğini belirtti. Dolayısıyla biz çalışmalarımızın çoğunu kendisiyle koordineli olarak, birbirimizi güçlendiren bir noktada yürüteceğimize inanıyoruz.

Paylaşın