Cenk Ağcabay

İsrail ABD’den bağımsız mı saldırıyor? – Cenk Ağcabay

Bir taraftan Suriye Ordusu ve müttefiklerinin İdlib operasyonunda önemli kazanımlar elde etmesi, diğer taraftan ABD-İsrail saldırganlığının geçen hafta sonu Irak, Suriye ve Lübnan’daki Haşdi Şabi, Hizbullah ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi Genel Komutanlık birimlerine yönelik saldırıları Ortadoğu’nun bir kez daha “topyekun bir savaşın” eşiğine gelmesine neden oldu.

Irak’ta Haşdi Şabi birimlerine yönelik saldırılar sonrasında bir açıklama yapan Fetih Koalisyonu liderlerinden Bedir Tugayları Komutanı Hadi Amiri, “Irak’a, halkına ve ulusal egemenliğine savaş ilan edildiği bu olayda sorumluluk tamamen ABD başta olmak üzere uluslararası koalisyon güçlerindedir.” derken, ABD’nin saldırılardaki sorumluluğuna bir başka noktadan da işaret etti: “Irak’ın hava sahasını koruduğunu iddia edip Siyonistlere hava desteği veren ABD’nin Irak’taki varlığının gerekli olmadığı kanaatindeyiz.”

Pazartesi günü Irak Cumhurbaşkanı ve Başbakanı ayrı ayrı açıklamalar yaparak, saldırıların “Irak’ın egemenliğine yönelik bir saldırı” olduğunu belirttiler. Irak parlamentosu mensubu kalabalık bir grupta yaptığı açıklamada, ABD askerlerinin Irak’tan çekilmesini istediklerini belirtti ve saldırılara karşı birlik çağrısı yaptı.  

Lübnan’a yönelik İsrail saldırıları sonrası açıklama yapan Devlet Başkanı Michel Aun’da bu saldırıların “bir savaş ilanına denk” olduğunu belirtti. Saldırılardan sonra bir açıklama yapan Hizbullah lideri Nasrallah, “yeni bir aşamadayız” dedi ve sözlerini “artık İsrail İHA’larının Lübnan’a girmelerine izin verilmeyecek, hepsini düşüreceğiz. Aynısını birkaç gündür Irak’a yapıyorlar, eğer cevap vermezsek bir gün bir binamızda, diğer gün başkasında, sonra da bir camide patlatırlar. İsrail İHA’ları, bugün itibariyle Lübnan’ı vurup, güvenli şekilde geri dönmeyi unutsun. Her saldırganlığa misliyle yanıt vereceğiz. İsrail, Lübnan sınırında, işgal altındaki topraklarda yaşayan yurttaşlarına, emniyette olduklarını söylüyor. Sınırda yaşayanlar, bunun böyle olmayacağını bilmeli. Her saldırganlık, yanıtını alacak. Lübnan sınırında bulunan işgalci İsrail askerleri, bugünden itibaren, her an kaçmaya hazır olsunlar.” şeklinde sürdürdü.

Hafta sonu Suriye’ye yönelik İsrail saldırılarına da değinen ve bu saldırılar hakkında bilgi veren Nasrallah, İsrail’in cumartesi Suriye’de vurduğu yerin iddia edildiği gibi İran’a ya da Kudüs Gücü’ne ait olmadığını, evin Hizbullah savaşçıları tarafından dinlenme amacıyla kullanıldığını ve bu saldırıda 2 şehit verdiklerini söyledi.

İsrail Ordusu hafta sonu Lübnan ve Suriye sınırına takviye yaptı ve bu noktalardaki birlikler yüksek alarma geçirildi. Netanyahu tüm bu saldırıların ardından pazartesi günü yaptığı konuşmada, Hizbullah, İran ve Lübnan yöneticilerini “sözlerini ve eylemlerini iyi düşünmeye” davet etti. Doğrudan Hasan Nasrallah’a seslenen Netanyahu, “Hasan Nasrallah’ın söylediklerini duydum. Ona sakin olmayı öneriyorum. O, İsrail’in kendini savunmayı ve düşmanlarına ödetmeyi iyi bildiğini bilir.” dedi.

Yaklaşan İsrail seçimleri ile İsrail’in son saldırıları arasında bağ kuran Haaretz gazetesi editoryası ise, Netanyahu’yu uyarmak için söz almıştı. Editorya, İsrail’in başlattığı “yıpratma savaşının” kontrolden çıkabileceği ve bu durumun İsrail için ciddi tehlikeler yaratacağı uyarısında bulunuyordu. 1950’lerden beri, İsrail seçimleri öncesinde iktidar partilerinin böyle riskli eylemlere yöneldiğini belirten editorya, Irak gibi “düşman” kategorisinde yer almayan ülkelere dönük saldırıların risklerine dikkat çekerken, New York Times gazetesinde yayımlanan konuyla ilgili bir habere göndermelerde bulunuyordu.

New York Times gazetesine konuşan üst düzey ABD yetkilileri, Irak’taki Haşdi Şabi hedeflerine yönelik saldırıların İsrail tarafından düzenlendiğini belirtiyor ve İsrail’in bu saldırılarla “sınırları zorladığını” dile getiriyordu. Pazartesi günü yapılan bir Pentagon açıklamasında, “Irak’ın egemenliğini savunuyor ve dış aktörlerin Irak içinde şiddete yol açan davranışlarına karşı duruyoruz.” denilmişti. Açıklamada, Irak hükümetinin Irak’a yönelik saldırılarla ilgili bir soruşturma başlattığı ve Irak’taki ABD askeri birimlerinin de bu soruşturmaya aktif olarak katıldığı belirtilmişti.

Haaretz’e konuyla ilgili konuşan İsrail güvenlik yetkililerine göre, Nasrallah bu saldırılara yanıt vermek için uygun anı beklemekte ve mutlaka yanıt verecek. Daha önce yaşanan bazı çatışmalardan örnekler veren yetkililer de, Hizbullah’ın olası bir yanıtının çok daha sert bir İsrail saldırısına yol açabileceğini ve bunun hızla yeni bir savaşa dönüşebileceği yönünde uyarılarda bulunuyorlar.

Saldırıların zamanlaması, Suriye Ordusunun İdlib’de elde ettiği kazanımlara ve İran Dışişleri Bakanı Zarif’in G7 Zirvesi’ne Fransa tarafından davet edilmesine işaret ediyor. İran üzerinde arttırılan ekonomik, askeri ve politik baskının bir parçası olan bu saldırılar tabii ki ABD’den bağımsız değil. ABD’nin bölgedeki öncelikli hedefleri arasında, Irak’ta İran’a yakın askeri ve politik odakları etkisizleştirmek ve Lübnan’da Hizbullah’ı yalıtmak olduğu biliniyor.

ABD’nin bu öncelikli hedefleri kapsamında yürüttüğü faaliyetlerin çok verimli sonuçlar üretmediği ortada ve Irak’taki yerel tarafları doğrudan çatışmanın içine çekmek açısından bu saldırılar son derece değerli. Irak hava sahasının kontrolü ABD’de ve ABD’nin onayı olmadan İsrail’in böylesi ciddi sonuçlar doğurma potansiyeli taşıyan “maceralara” girmesi mümkün değil. Irak’ta ABD ve İran arasında bir denge kurarak yola devam etmek isteyenlerle, ABD’nin Irak’tan çekilmesini ve sahip olduğu etki alanının ortadan kalkmasını isteyenler arasındaki gerilimi yükselten bu hamleler bir iç çatışmayı tetikleyebilir.

Suriye Ordusu ve müttefiklerinin İdlib operasyonunda elde ettiği kazanımların askeri ve politik anlamı hakkında konuşan ABD yetkililerine göre, İdlib’in Suriye Ordusunun eline geçmesi savaşta önemli bir dönemeç noktası olabilir. İdlib’in düşmesi, Suriye ordusunun savaşta zaferini ilan etmesini beraberinde getirebilir. Bu durumun önemli bir politik-psikolojik faktöre dönüşebileceğini düşünen ABD yetkilileri, Beşar Esad’in çok daha güçlü bir ele sahip olacağını saptıyorlar. İdlib operasyonundaki fiili diziliş, Türkiye’nin Soçi Mutabakatındaki ortakları Rusya ve İran ile sahada fiili olarak karşı karşıya geldiğine işaret ediyor. Suriye Ordusunun operasyonu Rusya ve İran tarafından güçlü bir biçimde destekleniyor. ABD ve diğer Batılı devletler, Türkiye’nin desteklediği Cihatçı çetelere politik destek sunuyorlar.

Amerikalı yetkililerin saptamaları, ABD ve İsrail’in İdlib operasyonundan hiç memnun olmadıklarını açık olarak gösteriyor ve Suriye savaşının bugüne dek yarattığı bir dizi sonuç, ABD ve İsrail’in savaşın coğrafyasını genişletme yönünde birkaç yıldır geliştirdikleri hamlelerin asli nedenidir. Vekillerin yenilgileri, asli unsurların savaşa daha doğrudan müdahalesinin yolunu açtı. Irak ve Lübnan’da iç gerilimleri derinleştirerek fiili çatışmalara dönüştürme hedefi devam ediyor ancak bunu sağlamak için gerektiğinde doğrudan müdahalelerde bulunma dışlanan bir unsur değil. Bu nedenle, Irak ve Lübnan patlamaya hazır bir bombaya dönüşmüş durumda.

Hafta sonu saldırılarıyla çakışan bir başka olay, İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in G7 Zirvesi’nin devam ettiği günlerde zirvenin yapıldığı kente yaptığı ziyaretti. Fransa’nın ABD ile İran arasında bir kanal açmak amacıyla organize ettiği bu ziyaret sonunda, Trump İran devlet Başkanı Ruhani ile bir görüşme olasılığı hakkındaki soruya, “koşullar doğru olursa tabii ki kabul ederim” yanıtını vermişti. Bu yanıtı değerlendiren Zarif, “ABD, 5+1’e dönüp, nükleer anlaşmayı gerçekleştirene kadar İran Cumhurbaşkanı’yla (Ruhani) ABD Başkanı Trump’ın görüşmesi tasavvur edilemez. Bu durumda bile ikili görüşme olmayacaktır.” diyerek görüşmelerden bir sonuç çıkmadığına işaret etti. İran üzerindeki baskıların bir iç çatışmayı tetiklemesi ve İran içinde bölünmeyi derinleştirmesi ABD açısından baştan beri ön planda olan bir hedefti. ABD-İsrail saldırganlığı İran’da beklenmeyen bir sonuç yarattı ve farklı tarafları belli bir noktada yan yana getirdi. Baskılarla sıkıştırılan İran’ın bir “anlaşmaya” zorunlu bırakılması da stratejik bir hedefti. Saldırıların üst üste geldiği günlerde Zarif’i bir anlaşma için G7’ye çağırmak muhtemelen bu hedefin ürünüydü ama bir sonuç alınamadığı anlaşılıyor.

ABD-İsrail saldırganlığının artması ve Suriye Ordusunun elde ettiği kazanımlar, Ortadoğu’daki çatışma noktalarını biraz daha sıcaklaştırdı ve daha önce defalarca işaret ettiğimiz bir “bölgesel cehennem” anlamı taşıyacak büyük bir savaşın cephelerini de açık olarak gözler önüne serdi. “Bölgesel cehennemi” engellemenin yegane yolu, bölge halklarının “anti-emperyalizm, anti-kapitalizm” bayrağı altında bir araya gelerek oluşturacakları bir Halklar Cephesidir. Bölgede bu cephenin yapıcısı olmak, öncelikli ve vazgeçilmez bir görev olarak tüm devrimcilerin önünde duruyor.     

Paylaşın