Rojava’ya yönelik işgal girişimi bir kez daha tüm objektiflerin Suriye üzerinde odaklanmasına neden oldu. Rojava’yı işgal girişiminin sahadaki temel aktörleri, Türk Ordu birlikleri ve Milli Suriye Ordusu adında bir araya getirilen çeteler. Milli Suriye Ordusu adı altında MİT ve bağlı kurumlar tarafından bir araya getirilen bu çetelerin niteliği Suriye Savaşı’nın yıllara yayılmış gerçeği üzerine güçlü bir ışık tutuyor.
Rojava’yı işgal girişimi hakkında Washington Post gazetesine konuşan bir ABD üst düzey yetkilisi, Milli Suriye Ordusu adı altında savaşanların, “güvenilmez ve çılgın” unsurlar olduğunu söylerken yine aynı habere konuşan bir başka ABD üst düzey yetkilisi bu grup mensuplarının “yeryüzünden silinmesi gereken haydut, katil ve korsanlar”dan oluştuğunu ifade ediyordu.
ABD yetkilileri son derece haklıydı…
ABD yetkilileri bu söylediklerinde kuşkusuz haklıydılar çünkü Suriye Milli Ordusu adı altında bir araya getirilen bu unsurların ne tür özelliklere sahip olduğunu en iyi bilenler arasında kendileri bulunuyordu. 2 Ağustos 2017’de New York Times gazetesinde yayımlanan bir yazı, gazetenin CİA’ya yakın habercileri olarak tanınan Mark Mazzetti ve Michael S. Schmidt imzasını taşıyordu ve yazıda, o dönemin CİA Başkanı Mike Pompeo’nun Başkan Trump’a temmuz ayı başında verdiği bir brifingde, bir CİA örtülü faaliyeti olarak 4 yıldır devam etmekte olan Suriye’deki isyancıları eğit-donat programına artık bir son verilmesi gerektiği önerisi getirdiğini ve bu önerinin Trump tarafından hemen kabul edildiği duyuruluyordu. (Behind the Sudden Death of a $1 Billion Secret C.I.A. War in Syria)
Pompeo’nun bu önerisi, o dönem ABD Kongresi’nde de gündeme getirilen ve tartışılan bazı argümanlara dayanıyordu. Bu argümanlar, o güne dek yaklaşık 1 Milyar dolar harcanmasına rağmen eğit-donat projesinin ciddi bir başarı elde edememesi ve bu program dahilinde Suriyeli isyancılara gönderilen silahların bir kısmının son durağının El Kaide ve bağlantılı gruplar olması üzerine odaklanmıştı.
ABD Başkanı Trump o dönem ABD kamuoyunda bu programa son verilmesi nedeniyle gündeme gelen bazı eleştirilere karşı bu argümanları paylaştığı twitter mesajlarıyla savunmuştu. Trump o günlerde Wall Street Journal gazetesine verdiği bir röportajda, CİA tarafından Suriye’ye yollanan silahların bir kısmının şimdi “El Kaide’nin elinde olduğunu” ifade ediyordu.
Başlangıçta Obama’nın da eğit-donat projesine mesafeli durduğunu belirten New York Times habercileri, o dönem Ürdün Kralı ve İsrail Başbakanı’nın artan baskısı ve Suudi Arabistan Kralı’nın projenin mali külfetlerini üstlenmesiyle birlikte Obama’nın projeye onay verdiğini ve Suriye’ye ciddi bir silah ve para akışının başladığı bilgisini veriyorlardı. Bu gelişmelerin yaşanmasıyla birlikte, zaman içinde Suriye’de alanı en fazla genişleyen örgütün El Kaide bağlantılı Nusra olduğunu belirten haberciler, Rusya’nın Suriye’deki askeri müdahalesine be gelişmenin “meşru bir zemin” kazandırdığını ve Rusya’nın Nusra’yı hedef aldığı söylemiyle hızla tüm “muhalefeti” ezmeğe başladığını ileri sürüyorlardı. Haberciler, CİA’nın bu örtülü programının Ürdün ve Türkiye’de oluşturulan operasyon merkezleri üzerinden örgütlendiği bilgisini de vermişlerdi.
Amerikalı muhalif gazeteci Max Blumenthal yeni yazısında, Rojava’yı işgal girişimi ve Suriye Milli Ordusu adı verilen çetelerin icraatları hakkında konuşan Hillary Clinton’ın ortaya çıkan sahneleri “iğrenç ve korku dolu” olarak değerlendirdiğini aktarıyor. Clinton’ın bu değerlendirmesini aktaran Blumenthal, Suriye Milli Ordusu’nu oluşturan grupların birçoğunun senelerce “Suriye’nin Dostları” adı altında bir araya gelen devletler tarafından eğitilip donatıldığını, Suriye Milli Ordusu’nu oluşturan 28 gruptan 21’inin senelerce CİA ve Pentagon tarafından kamuoyuna “ılımlı muhalif” olarak sunulup paraya ve silaha boğulduğunu ortaya koyuyor. Şimdi Kürtleri öldüren, işkence eden bu gruplardan 14’üne CİA ve Pentagon tarafından oldukça gelişkin silahların aktarıldığını belirten Blumenthal, bu gruplara sağlanan güçlü desteğin Hillary Clinton’ın da mensubu olduğu ABD yönetimi tarafından gerçekleştirildiğinin de altını çiziyor. (The US has backed 21 of the 28 ‘crazy’ militias leading Turkey’s brutal invasion of northern Syria)
Trump önünü açtığı işgal girişimi hakkında konuşurken, “Ben biraz kavga etmeleri gerekiyor dedim. Okul bahçesindeki iki çocuk gibi kavga etmelerine izin vereceksiniz, sonra da ayıracaksınız. Birkaç gün kavga ettiler ve oldukça şiddetliydi. Biz oraya gittik ve bir ara vermelerini istedik. Kürtler müthişti. Biraz geri çekilecekler.” diyor. İşgal girişiminin önünün neden açıldığını ilk ağızdan bu şekilde ifade ediyor. KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık’ta konuyla ilgili söyleşisinde yaşananları, “Kürtler ve Türk devleti savaşsın, iki taraf yenilsin, her iki tarafı da hizmetimize sokalım siyasetini yürütüyorlar” sözleriyle özetliyor. (Bayık: İşgale karşı Kürt halkı ülkesini terk etmemeli, ANF)
Suriye Milli Ordusu adı verilen katiller sürüsü ilan edilen ateşkese rağmen Türk Ordu birlikleriyle beraber Rojava’ya saldırılarını ara vermeden sürdürüyor. Sivil halka yönelik saldırılar kesintisiz devam ediyor. Rojava’daki ABD askeri birimlerinin çekilmeyi sürdürdüğünü söyleyen ABD Savunma Bakanı Esper, Suriye’deki askerlerini Batı Irak’a çekmekte olduklarını bildirdi. Bu açıklamanın ardından yeni bir mesaj paylaşan Trump, “Savunma Bakanı Mark Esperanto’nun verdiği bilgilere göre ateşkes süreci iyi gidiyor. Küçük çatışmalar olsa da hızla sona eriyor. Yeni bölgelere Kürtler yerleştirilecek. ABD askerleri çatışma ya da ateşkes bölgesinde bulunmuyor. Petrolü koruma altına aldık. Askerlerimizi eve getiriyoruz.” diyordu.
ABD askerleri eve dönüyordu ve “petrol koruma altına alınmıştı”… ABD Suriye petrolünü “koruma altına almıştı”.
Bölge kaynakları “ateşkes” olarak adlandırılan maskaralığın, işgal girişiminin önünü açan hamlelerle aynı nitelikte olduğunu açığa çıkaran bilgiler paylaşıyorlar. İyi planlamış hamleler art arda geliyor. Cemil Bayık’ın ifadesiyle, “Amerika ve Türkiye, ‘Sınıra bir hat çektik, sınırı savunacağız’ diyerek ortak devriyeye başladılar. Birkaç gün sonra da Amerika, ‘Askerlerimizi çekiyoruz’ dedi. Zaten sonra Türkiye saldırmaya başladı. Yani Amerika sınırı savunma adı altında Türkiye’nin Kuzey Doğu Suriye’ye girmesini sağladı. Bu ittifakla Türkiye’nin işgalini meşrulaştırdı. Zaten Rusya daha önce Türkiye’nin işgalini meşru görmüştü. Yani birlikte bu planı geliştirdiler. O yüzden bu saldırılarda ölen, yaralanan her insandan Amerika, Rusya, BM ve Türkiye sorumludur.”
Bayık doğru saptamalarını şöyle sürdürüyor: “Türkiye ulusal Suriye ordusu kurmuşum diyor. Kurduğu ordu Suriye’yi kabul etmiyor, Suriye’ye karşı yeni bir Suriye geliştirmişler. Türkiye bu çetelerle istediği gibi bir Suriye kuruyor. Bu da NATO’nun kapitalist modernitesine hizmet ediyor. Türkiye bir NATO üyesi ve bu çetelerin hepsi Türkiye’ye bağlı.” Gerçeklik tam olarak Bayık’ın saptadığı gibi.
Suriye Milli Ordusu adı altında bir araya getirilen bu çeteler başından beri NATO’nun Suriye’de kullandığı paralı askerlerdir, böyle olduğu için de işkence etme, cinayet işleme ve soygun yapma özgürlüğüne sahiptirler. Siyasi süreçlerin akışına bağlı olarak maaşı doğrudan ellerinden aldıkları aktörler değişebilmektedir ama hizmet ettikleri temel çıkarlar ve hedefler aynıdır.
Rojava’yı işgal girişimiyle, NATO’nun Suriye’deki kolu uzamıştır ve Cemil Bayık bu gelişmeyi de doğru saptamıştır, bunu şu şekilde ifade ediyor: “İnanıyorum ki Suriye bu gerçeği anladı. Bu yüzden QSD, YPG ve Demokratik Özerk yönetim ile bazı adımlar attılar. Çok geç kaldılar ama yerinde bir karar. Bunu tüm halklara hizmet olarak görüyoruz.”
Demokratik Suriye Güçleri (QSD) Sözcüsü Kîno Gabriyel bugün, ABD arabuluculuğuyla Türkiye ile varılan ateşkes anlaşması kapsamında Serêkaniyê’deki tüm güçlerini geri çektiklerini duyurdu. Bu gelişmeyle birlikte, “ateşkes”in ne anlama geldiği daha fazla açıklık kazandı.
Ayın 22’sinde Tayyip Erdoğan Rusya Devlet Başkanı Putin’le görüşecek. Bu görüşme yüksek olasılıkla, Suriye’de sürecin bundan sonra nasıl akacağının işaretini verecek. NATO’nun Suriye’de uzayan kolunun bölgeyi yeni kanlı günlere doğru taşıma olasılığı çok yüksek.
Yaşanan bu gerçekler kanlı günleri durduracak ve mutlak kurtuluşu sağlayacak yegane yolun, bölge emekçi ve halklarının birleşik mücadele ile direnişi olduğudur. Yaşanılanlar bu yalın gerçeği bir kez daha gözler önüne serdi.