Çağrımız sana!
Ezberletilmiş bir yalandır “Böyle gelmiş böyle gider” sözü. İlkokulda başlanır insanın değiştirmeye olan iradesini kırmak ve dönen sömürü çarkları arasında umutsuzca yaşatmak. Çünkü değişmeyeceğini öğütlemek, yönetilen çoğunluğun köleliği kader kabul ederek yöneten azınlığa biat etmesini kolaylaştırır.
Sonra dönsün çarkıfelek… Senin payına kölece çalışma, işsizlik, aşağılanma, işyerinde sakat kalma, evlerini mezar yapan enkazlar. Onların payına yatlar, saraylar, hanlar, hamamlar. Peki “Bu düzeni kim kurdu bizler de bilek”, kim kurmuş halk çocuklarını yoksullaştıran, patronların payına hep servet getiren bu düzeni, kim? Elbette size kim böyle gelmiş böyle gideri öğütlüyorsa, kim yaşadıklarımıza “bu işin fıtratında var”, isyan etmeyin diyorsa bu düzen onların kurduğu düzendir.
Ne böyle geldi ne de böyle gidecek!
İnsanlık on binlerce yıl sınır, sınıf, patron ve devlet olmadan yaşadı. Petrol için savaşlar çıkarmadı, kimse mülteci olmadı. Kimse kimsenin emeğini çalmadı. Gökyüzü ve güneş nasıl ki herkesinse toprakta, ekmekte herkesindi. Mesela Akbelen’i, Karadeniz’i, Kaz Dağları’nı yağmalayan Cengizler, Limaklar yoktu. 7 yaşındaki kız çocukları ile evlenme adı altında “istismar” fetvaları veren diyanet yoktu. Başka bir topluluğun dilini, şarkılarını, ağıtlarını yasaklayan sömürgecilik yoktu. Mesela panzer arkasına bağladıkları insanların naaşlarını sürükleyen, işkencehaneler kuran polis yoktu. Özgür bir dünya uğruna dövüşen Necdet Adalı’yı asmak için darağaçları kuran “gözbebekleri” ordu yoktu. Ne “Ahlaklı nesil” yetiştirmek üzere kurulan vakıflar ne de o vakıflarda çocuklara sistematik uygulanan cinsel istismarlar yoktu. 33 insanı diri diri yakan ateş, ısınmak, aydınlanmak ve beslenmek için ihtiyaçtı, insanın insana vahşice zulmü için değil. Zam yoktu mesela. Bu arada “Tek adam” da yoktu. Peki hiçbir şey yokken ne vardı? Daha ileriyi görmek üzere iki ayağının üzerine dikilen insanın doğayla uyumlu, birlikte ürettiği birlikte tükettiği komün dünyası.
Sonra ne mi oldu? Sonra ayakkabı kutularında olmasada insanların birlikte ürettiği ürünlere el koyarak istifleyen asalak yöneticiler çıktı. Onlar; üretmeden zevk-i sefa içerisinde yaşamak için çaldıkları ürünlere sahip çıksın, onları gerçek hak sahiplerinden korusun diye bugün adı polis olan “hırsızlar”ın koruyucusu bekçilik sistemini kurdular. İnsanın insanı ve doğayı sömürebilmesi hakmış gibi yasalar yazdılar, kurallar koydular. Devlet olmazsa nizam olmaz diyenlerin nizamı da devleti de bir avuç sömürücü azınlığın hepimiz üzerinde kurduğu baskı ve zorbalıktan başka bir şey değil. Nerede herkesin yasalar önünde eşitliği? Siz hiç kasaları para doluyken işçinin maaşını ödemediği için patronun evini basan savcı, polis, asker duydunuz mu? Peki her gün ne duyuyoruz; aylardır maaşları verilmeyen işçiler fabrika önünde toplanarak hakkını istedi mi, gelsin devlet, gelsin polis, gelsin jop… Çünkü yasa var nizam var! Patronların sömürme özgürlüğü, emek hırsızlığı, işçiye kölelik düzeni, işte nizamları.
Ayakları üstüne dikilen insanı yeniden diz çöktürmek istiyorlar. Diz çöksün ki; geleceği görmesin, ona verilenle yetinerek onların nizamında köleleşsin. Oysa insan bir kez ayağa kalktı ve bugün zorbalıkla kurulan bu düzen karşısında özgürlük gücü harekete geçti. Geçtiğimiz yüzyıl ezilenlerin, işçilerin, emekçilerin kendi nizamlarını kurdukları, iktidarı bir avuç asalak sınıftan geri aldıkları yüzyıldı. Sovyet Ekim Devrimi 106 yıl önce bu günlerde sarayları yıkacak olan işçi-emekçi cumhuriyetini kurmak üzere ayaklanmaya hazırlanıyordu. Yine 9 Ekim’de Che’yi katledenler Küba halkının teslim olacağını düşünüyorlardı. Oysa Che’nin ruhu bir 8 Ekim sabahı darağacına yürüyen Necdet Adalı’nın kendi sandalyesini tekmeleyecek kadar onların düzenine teslim olmamayı öğütlüyordu.
Anadolu’nun binlerce yıllık tarihi de zorbalığa ve köleliğe diz çökmeyenlerin tarihidir. Susuz bırakmaya çalıştıkları halkın çölünde binlerce tohum filizlendi. Bedrettinlerin, Pir Sultanların bayrağı işçi direnişlerine taşındı. Mahirlerin, Denizlerin, İboların işçi-emekçilerin iktidarı için kaldırdıkları bayrak Necdetlerle cellatların yüzlerine haykırıldı. Gezi’de ayaklanan milyonların özgürlük gücü Azizlerle, Ulaşlarla, Aynurlarla yürüyüşünü sürdürüyor.
İşte bu bizim davamız. Birlikte üretip birlikte tüketeceğimiz, işçilerin emekçilerin kendi iktidarı olan sosyalizmin davası. Yani bu yazıyı okuyan senin davan. Açlığın, yoksulluğun, köleliğin olmadığı milyonların davası.
Devrimci varsa umut var!
Devrimci’nin 2. sayısı çıktı. Devrimci Parti tarafından çıkarılan “Devrimci” isimli parti bülteni ikinci sayısını yayınladı. Bu makale Devrimci’den alınmıştır