Cenk Ağcabay

Dünyada “anti-semitizm” hayaleti mi dolaşıyor? – Cenk Ağcabay




Son dönemde Avrupa ve Amerika’da bir “anti-semitizm” hayaleti dolaşıyor. İngiltere’de Jeremy Corbyn ve başkanı olduğu İşçi Partisi üzerinden koparılan “anti-semitizm” fırtınası Sarı Yelekliler üzerinden Fransa’ya ve Amerika’da Somali kökenli Müslüman Senatör Ilhan Omar’a ulaştı.

Yaklaşık bir yıldır İngiltere’de İşçi Partisi başkanı Jeremy Corbyn ve partinin soldaki belirli unsurlarına yönelik olarak devam eden kampanya, Corby’nin yıllar önce bir Filistin ziyaretinde, Filistinli bir komutanın mezarı başında saygı duruşunda bulunurken çekilmiş bir resminin İngiliz basını tarafından “aniden” dolaşıma sokulmasıyla başladı.

Kampanya şiddetliydi ve belirli sonuçlar yarattı. “Anti-semitik kirin” bulunduğu yerde kendisine yer olmadığını düşünen bazı İşçi Partisi milletvekilleri partiden istifa etti. Parti içinde başlayan tartışmalar ve huzursuzluk genişleyerek devam etti.

Corbyn’nin “anti-semitizm” suçlamasıyla hedef alınması boşuna değil; Corbyn uzun yıllardır İsrail’in Ortadoğu’daki işgalci-saldırgan politikalarını eleştiriyor ve Filistin direnişiyle dayanışma ağları içinde aktif olarak yer alıyor. İngiltere’nin ABD güdümünde yürüttüğü Irak, Afganistan, Libya ve Suriye politikalarına başından beri muhalefet eden Corbyn, bu süreçlerde savaş karşıtı organizasyonların aktif unsurlarından birisiydi. 

Corbyn ile birlikte İngiliz basını ve istihbaratı tarafından özel olarak hedef alınan danışmanı Seumas Milne eski bir gazeteci. İsmi verilmeyen bir İngiliz İstihbarat yetkilisi geçtiğimiz günlerde İngiliz basınına yaptığı açıklamada, “Milne, İngiliz ulusal güvenliği için bir tehdittir. Her zaman aşırı uçlardadır” dedi. Milne tabii ki “aşırı uçlarda” değil, o da Corbyn gibi, İngiliz emperyalizminin asli politik organizasyonlarından İşçi Partisi’nin yöneticisi. İngiltere’nin Ortadoğu politikalarına muhalefet ettiği yazıları da bir “aşırı uç” yayın organında değil, İngiltere’nin ana akım medyası içinde yer alan Guardian’da yayımlanmıştı.  

Milne’nin özel olarak hedef alınmasının nedeni, 2015 yılında Guardian gazetesinde IŞİD ve Batılı istihbarat örgütleri arasındaki derin ilişkiler hakkında yazdıklarıydı, özellikle o dönem ortaya çıkmış bir ABD İstihbarat Raporu’na dayanarak yazdığı yazılardı. Bu yazılardan birisi Türkçe’ye de çevrildi ve Sendika. Org’da yayımlandı. (Gerçekler ortaya çıkıyor: ABD Suriye’de IŞİD’in yükselişini nasıl destekledi? – Seumas Milne)

Sarı Yelekliler hareketiyle mücadele ederken Fransız demokrasisinin en nadide “görüntülerini” sergileyen liberal Macron’da aniden ülkesindeki en tehlikeli gelişmenin “anti-semitizmin” güçlenmesi olduğunu keşfetti. Macron bu keşfinin ardından, “anti-semitizm, anti-siyonizm maskesi arkasına gizleniyor” açıklamasını yaptı ve Fransız Parlamentosundaki ilgili komisyon “anti-semitizmle mücadele” için yeni bir yasa tasarısı için çalışmaya başladı.

Yasanın ne tür bir içeriğe sahip olacağının işaretleri Macron’un sözlerinde açığa çıkmıştı. Amerikalı Senatör Omar bir konuşmasında, ABD’de faaliyet gösteren İsrail lobisi AIPAC’ın Amerikan dış politikası üzerinde güçlü bir nüfuza sahip olduğunu belirtti. Kısa bir zaman içinde ABD Başkanı Trump’tan, Omar’ın kendi partisinin üyesi ve aynı Dış İlişkiler Komitesi’nde birlikte çalıştığı Senatör Juan Vargas’a uzanan bir genişlikte güçlü bir karşı kampanya başladı.

Trump Omar’ın konuşmasına hakkında, “Bugün İsrail için çok kara bir gün” derken, Demokrat Vargas, “Omar’ın anti-semitik sözleri kabul edilemez, ABD İsrail ilişkisi sorgulanamaz” diyordu. Omar, Amerikan dış politikasının en hassas “taşıyıcı sütunlarından” birine dokunmuş ve büyük bir günah işlemişti, ona düzenlenecek saldırının silahı hazırdı: “anti-semitizm”.

Omar, Amerikan emperyalizminin son haftalarda hız verdiği Venezüella saldırısının militanı da olmamış, Senato Dış İlişkiler Komitesi üyesi olarak katıldığı bir toplantıda Trump’ın Venezüella Özel Temsilcisi olarak görevlendirdiği faşist Elliott Abrahams’a bazı “uygunsuz” sorular sormuştu. Omar toplantıda, 1980’lerde El Salvador’da Amerika’nın eğittiği ve donattığı güçlerin El Mezato’da 800 sivili katlettiğinin bilindiğini ancak buna rağmen, Abrahams’ın geçmişte yaşanılanı Amerika açısından “büyük bir başarı” olarak nitelediğini belirtmiş ve sormuştu: “Halen böyle mi düşünüyorsunuz? Evet ya da Hayır.”

Omar’ın ikinci sorusu, “Eğer Amerika’nın çıkarlarına uygun olduğunu düşünürseniz, daha önce Nikaragua, Guatemala ve El Salvador’da yaptığınız gibi, insanlığa karşı suç işlemiş, savaş suçları işlemiş, jenosid gerçekleştirmiş silahlı grupları Venezüella’da da yine destekleyecek misiniz?” idi.

Omar’ın bu değerli soruları onun “anti-semitik” ilan edilmesi ve ırkçı-faşist saldırıların hedefi olması için yeterliydi ve kampanya hemen başladı. Omar’ın Abrahams’ı sorguladığı konuşmanın videoları sosyal medyada dünya çapında büyük bir ilgi gördü ve paylaşıldı.

Ilhan Omar’a ve İngiltere’de işçi partisine yönelik saldırılar, Macron’un yeni çıkışı tümü aynı kaynaklardan yürütülüyor ve kuşkusuz ortak bir amacın ürünü. Corbyn’nin İşçi Partisi başkanı seçildikten sonra partinin genç kadrolarına dayanarak geliştirdiği Avrupa’daki yerleşik sosyal-demokrasinin ve kendi partisinin daha solundaki politik çizgi ve Ömer’in açıklamalarının konumu gereği dünya çapında etkiler yaratması saldırıların güncel bağlamına ilişkin ama bu saldırıların bir de daha geniş bağlamı var.

Emperyalist merkezlerde, “anti-semitizm” silahı kullanılarak yürütülen bu ideolojik saldırılar esas olarak günümüz koşullarında dünya çapında gelişme potansiyeli yüksek olan anti-emperyalist mücadele dinamiklerini zayıflatmak, anti-siyonizmi anti-semitizmle eşitleyerek kirletmek, değersizleştirmek ve Siyonizm karşıtlığını dolayısıyla emperyalizm karşıtlığını bir suça dönüştürmek amacını taşıyor.

Öylesine alçaklar ki, hayatı ırkçılığa ve anti-semitizme karşı mücadeleyle geçmiş olanları anti-semitik ilan ederken, eski Sovyet ülkelerinde kelimenin gerçek anlamında anti-semitik, Nazi işbirlikçisi katliamcıların heykellerini dikiyor, Nazi saflarında dahi olsa sırf Kızıl Orduya karşı savaştıkları için onları “ulusal kahraman” ilan ediyorlar.

Alman Sol Parti milletvekili Andrej Hunko geçtiğimiz günlerde meclise bir soru önergesi verdi. Soru önergesinin konusu, Ukrayna’nın Lviv kentinde bir caddenin yeniden yapılandırılması ve caddeye Nazi işbirlikçisi katliamcı Stepan Bandera’nın isminin verilmesi ve bu projenin Alman hükümeti tarafından finanse edilmesiydi. Proje Alman hükümeti tarafından “Caddeler Herkes İçin” adlı bir proje kapsamında finanse edilmişti. Alman hükümeti projeyi finanse ettiğini kabul etti ama hükümet caddeye kimin isminin konulacağını bilmediğini ileri sürdü.

Oysa bu Nazi işbirlikçisi katliamcı faşist senelerdir ABD ve Avrupa devletlerinin sunduğu güçlü destekle “rehabilite” edildi, Ukrayna’da “ulusal kahraman” olarak heykelleri dikildi, ismi yeni ders kitaplarında Ukrayna “ulusal lideri” olarak yer aldı. Maydan’da Ukrayna faşistleri ellerinde onun resimlerinin bulunduğu bayrakları taşıyorlardı.

Emperyalizmin yeni ideolojik saldırı dalgası, İngiltere’de “sosyal konutları genişletmeyi”, “Postane ve demiryollarını kamulaştırmayı”, “öğrenci burslarını arttırmayı” programına alan Corbyn’e “antisemitizmi” layık görürken, sadece 80.000 Polonyalı verdiği emirle etnik arındırma amacıyla katledilen, sadece Lviv’de 4000 Yahudi’nin yok edilmesi emrini verdiği kayıtlara geçmiş olan Stepan Bandera’yı “ulusal kahraman” olarak yüceltiyor. Bandera’yı emperyalistler için “ulusal kahraman” kılan temel unsurun Kızıl Ordu’ya karşı yürüttüğü kararlı karşı-devrimci savaş olduğu çok iyi biliniyor.

Paylaşın