Cenk Ağcabay, Umut Yazıları

“Yaratıcı yıkım”dan devrimci 1 Mayıs’a – Cenk Ağcabay

IMF ve Dünya Bankası geleneksel bahar toplantılarını gerçekleştirdi ve kapitalist dünya ekonomisinin durumuna ilişkin tespitlerini, geleceğe dair öngörülerini açıkladı. Bu açıklamalar Batı basınında, “Bu kriz farklı, küresel ekonomide dramatik toparlanma”, “Ekonomide umut işaretleri büyüyor, bazılarının üstünlüğüyle” türünden manşetlerle karşılandı. Öne çıkan ve vurgulanan unsur, IMF’in “gelişmiş ülke ekonomileri pandemiden zarar görmeden çıkacak” öngörüsü. Bu öngörü, “gelişmiş ülkelerde” son altı ayda yaşanan ekonomik canlanmaya dayanıyor. IMF’e göre, ABD ekonomisi 2024’te pandemi öncesinde öngörülenden daha güçlü olacak.

Dünyanın en büyük yatırım yönetimi şirketi Blackrock’ın tepesinde bulunan Larry Fink durumu, “piyasalar inanılmaz derecede büyük bir yükseliş içinde. Parasal teşvik, mali teşvik, kazançlar, piyasaların iyi olduğuna inanıyorum. Piyasalar daha da güçlenecek” şeklinde değerlendiriyor. ABD’de pandemi sürecinde devreye giren “parasal teşvik, mali teşvik” paketlerine Larry Fink’in başında olduğu bir heyet kumanda etmişti. Pandemi sürecinde kamusal kaynakların nasıl kullanılacağına çoğunluğu ABD’nin büyük kapitalistlerinden oluşan bu heyet karar vermişti. Fink de Amerikan ekonomisindeki canlanmanın kendisinin mimarlarından biri olduğu teşvik paketlerine dayandığını özellikle belirtiyor. Fink’in mimarlarından olduğu paketler aracılığıyla yaklaşık 3,5 trilyon doların üçte ikisi şirketlere üçte biri milyonlarca Amerikalıya dağıtılmıştı.

Fink’in coşkusu boşuna değil, Blackrock pandemi sürecinde daha da büyüdü, son çeyrekte karlılığını yüzde on yedi arttırdı. IMF uzmanları da Fink’le aynı kanıdadır, devletlerin “parasal teşvikleri” ve büyük şirketlerin artan karlılığı gelişmiş ülkelerdeki ekonomik toparlanmanın iki temel faktörüdür. IMF’in en tepesinde yer alan Kristalina Georgieva Financial Times’a yaptığı açıklamalarda özellikle ABD, Avrupa ve Japonya’nın “parasal teşviklerle” yeni bir “büyük depresyonu” engellediğini belirtiyor. Ona göre, gelişmiş ülkelerde son altı ayda yaşanan ekonomik toparlanmada, aşılama, uzaktan daha verimli çalışmanın öğrenilmesi, online alışverişin hızla benimsenmesi ve eğlencede dijital arayışların güç kazanması etkili oldu.

Georgieva, dünya ekonomisinin durumunun Leo Tolstoy’tan yaptığı bir alıntıyla daha iyi anlaşılacağı kanısında. Tolstoy bir yerde, “hayatın tüm çeşitliliği ışık ve gölgeden oluşur” diye yazmış. Georgieva’nın Tolstoy’dan bu alıntıyı yapmasının nedeni onun, “fakir ülkelerin ve zengin ülkelerdeki bazı insanların” bu ekonomik toparlanmadan yararlanamayacağını öngörmesidir. “Gelişmiş ülkelerde” imalat ve hizmet sektörlerinde son altı yılın en yüksek seviyesine geçtiğimiz mart ayında ulaşılmış ancak bu güçlü toparlanma işaretine rağmen işsizlikte düşüş sınırlı ölçüde gerçekleşmiş. ABD’de tüketici güven endeksi mart ayında son on yılın en yüksek seviyesini görmüş. Bu toparlanma işaretlerine rağmen özellikle “gelişmekte olan ve yoksul” ülkeler ve “zengin ülkelerdeki bazı insanlar” bu süreçten ağır hasarlarla çıkacakmış ve Georgieva, bu sürecin kazananlarının ağır hasar gören ülkelere ve kendi ülkelerindeki kaybedenlere önem vermesini ve yardım etmesini öneriyor. Tabii “gelişmekte olan ve yoksul ülkelere” yardım edecek kurumların başta gelenlerinden birisi Georgieva’nın yönettiği IMF’dir. IMF’nin bugüne dek yaptığı her yardım, yardım edilen ülkenin emekçileri ve yoksullarına daha fazla sömürü, işsizlik ve sefalet getirmiştir ve getirecektir.

Kazananların en büyüklerinden Blackrock’ın varlıkları bu süreçte 8.7 trilyon dolarlık bir büyüklüğe ulaştı. Bankalar JP Morgan, Citi, Goldman Sachs, Bank of America ve Wells Fargo ilk çeyrekte toplam 42 milyar dolar kar elde etmişler. Larry Fink “pandemi” diyor “çok zarar verdi, çalışma tarzımızı dağıttı, yaşam tarzımızı değiştirdi”. Ancak pandeminin etkisi sadece bunlarla sınırlı değilmiş, Fink’e göre, pandemi aynı zamanda ”ekonomimizi ve toplumumuzu yeniden tasarlamamız için önemli fırsatlar sunan derin değişimler de yarattı”. Bankaların çok daha güçleneceğini ve ekonominin geleceğinin parlak olduğunu vurgulayan Fink, ekonomik eşitsizliklerin artmakta olmasının kendisini endişelendirdiğini de belirtiyor. “Parasal teşviklerle” insanlık tarihinin gördüğü en büyük servet transferlerinden birinin mimarları arasında olan zat söylüyor bunları.

Eşitsizliklerin artmasından endişeliymiş. Eşitsizliklerin artmasına neden olan önemli kararların alındığı heyetlerde belirleyici bir konumda bulunup, sonra bunun sonuçlarından endişe duyduğunu söylemek şaşırtıcı ve yeni bir davranış değil. Fink’in “ekonomimizi ve toplumumuzu yeniden tasarlamak” için önemli fırsatlar sunduğunu düşündüğü pandemi sürecinin başında 14 ay önce, o finans sektörünün önde gelen aktörlerine yazdığı bir mektupta, “iklim değişikliğinin finans sektörünü temelden yeniden şekillendirmenin eşiğinde olduğunu” belirtmiş, finans sektörünün kime ve neye yatırım yaptığında seçici olarak iklim değişiminin engellenmesine katkı sağlamasını istemişti.

Wells Fargo geçen ay iş modellerini Paris İklim Anlaşmasıyla uyumlu hale getiren Wall Street şirketlerinin listesini tamamladığında, bazıları Fink’in 14 ay önce adeta bir kehanette bulunduğunu yazmıştı. Wall Street şirketleri iş modellerini 2050’de net sıfır emisyon hedefiyle uyumlu kılma taahhüdünde bulunmuştu bulunmasına ancak yeni yayınlanan bir raporun gözler önüne serdiği gibi, Paris Anlaşmasından bu yana, Wall Street devleri iklim değişikliğinden en fazla sorumlu olan enerji şirketlerine devasa kaynaklar sunmaya devam etmişti. Sadece JPMorgan Chase bu şirketlere anlaşmanın imzalanmasından bu yana 317 milyar dolar kredi açmış. Wall Street devlerinin taahhütlerine rağmen bu şirketleri halen beslemekte olduklarını bir dizi örnekle gösteren Alec Cannon, iklim değişikliği konusundaki sözlerin ve taahhütlerin “boş jestler” olduğunu ve Wall Street’in ekonomik faaliyetlerini “yeşil yıkamayla” temize çıkararak, dikkatleri başka yöne çektiğini belirtiyor. (Big banks loaned money to an oil giant under the guise of ‘sustainability’ — and more tales of Wall Street greenwashing, April 18)

Emperyalizmin en önemli ekonomik silahlarından IMF Wall Street devlerinden farklı mıdır? Farklı olmadığı, son birkaç ayda gerek Georgieva gerekse diğer üst düzey yöneticileri dilinden sık dökülen “ülkeler arası ve ülkeler içindeki eşitsizlikleri azaltma” çağrılarına rağmen devam ettirdiği geleneksel faaliyetlerinden anlaşılıyor. Georgieva konuşmasında, pandemi sürecinde “iş kayıpları, eğitim kayıpları, iflaslar, ekstrem yoksulluk ve açlık” yaşandığını belirtmiş, bu durumun yarattığı tehlikelere dikkat çekmişti. Marksist iktisatçı Michael Roberts, IMF’in pandemi sürecinde kredilendirdiği 80 ülkeyle yine kemer sıkma paketlerinin uygulanması koşuluyla anlaşmalar yaptığını, bu ülkelere “özel sektör yatırımlarını çekmek için ideal koşulların yaratılmasına odaklandığını” yazısında geniş kapsamıyla ortaya koyuyor. (IMF and debt: a new consensus?, 15 April) Eşitsizlikleri arttıracak anlaşmaların altına imza atıp, “yoksul ülkeleri” borç kölesi konumuna getirip “eşitsizlikleri azaltma” çağrıları yapmak IMF şeflerinin sınıfsal ve politik karakterine uygundur.

Pandeminin başından beri yapılan bu çağrıların, sürekli yinelenen güzel sözlerin dünyasından çıkıp gerçek dünyaya girildiğinde ortaya çıkan tablo açıktır, tüm dünyada emekçiler büyük bir saldırı altındadır. Burjuvazi her zaman olduğu gibi keyifle geleceğin ne denli parlak olduğunu anlatmaktadır. Veriler, emperyalist merkezlerde pandemi sürecinin burjuvazi açısından bir tür “yaratıcı yıkım” işlevi gördüğüne işaret ediyor. Yani yıkım emekçilerin sırtında, ekonomi tıkırında…

Ekonomi tıkırında ama ya sınıf mücadelesi? Michael Roberts konuyu ele aldığı yazısında, ABD’de 1921-1929 arasında yaşanan güçlü ekonomik genişleme döneminin “kükreyen yirmiler” olarak adlandırıldığını ancak döneme daha yakından bakıldığında “kükremenin” emeği kapsamadığının görüldüğünü geniş verilerle ortaya koyuyor. “Kükreyen yirmilerde” emek üretkenliği yıllık ortalama yüzde beş büyürken, işçi ücretlerinde yıllık ortalama artış yüzde üçte kalmış. Aynı dönemde işçilerin sendikalaşma oranında da düşüş yaşanmış. (The roaring twenties repeated? 18 April)

“Kükreyen yirmiler” 1929’da başlayan büyük çöküşü hazırladı. Devrimler, karşı-devrimler, emperyalist savaş “kükreyen yirmilerin” peşi sıra sahneyi kapladı. Burjuvazinin yeni saadet çağı da en fazla “kükreyen yirmiler” kadar saadet getirebilir. Ufukta asıl beliren keskinleşen sınıf çelişkileri ve proletaryanın dünya çapında biriken öfkesidir. Burjuvazinin temsilcilerinin dillerinden dökülen kimi reform söylemlerinin hayata geçmesi bile ancak proletaryanın sınıf mücadelesini yükseltme koşuluna bağlıdır. Proletarya devrimi zorlamadan reformları bile alamaz. “Yaratıcı yıkım” ve yeni teknolojik olanakların üretim sürecinde daha geniş ölçüde kullanılması, kısa vadede burjuvazi için bir saadet dönemi beklentisi yaratabilir. Bu proletarya açısından sadece daha fazla sömürü ve proletaryanın bir bölümü için daimi işsizlik anlamına gelmektedir.

Proletaryanın tek seçeneği örgütlü sınıf mücadelesini yükseltmek ve kurtuluşun kendi eseri olacağını bayrağının en üstüne yazmaktır. Yaklaşan 1 Mayıs’ı Devrimci 1 Mayıs’a dönüştürmek, tüm yasaklara rağmen alanları doldurmak ve fethetmek, açılan yeni sınıf mücadeleleri dönemine ve yaşadığı büyük yıkıma karşı proletaryanın yanıtı olarak değer kazanacaktır.

Yaşasın Devrimci 1 Mayıs!  

Paylaşın