24 Haziran seçimleri kitlelerde şaşkınlık ve moralsizlik, geleceğe dair perspektifte bulanıklık hali bırakarak sonuçlandı. Seçim sürecine sıkışan, özellikle son haftasını gerçekleşen büyük mitinglerle doruk noktasına varan öz güven ve coşku yerini güvensizlik ve moralsizliğe terk etmeye başladı. Son tahlilde ortada duran realite Erdoğan’ın bu seçimden galip çıktığı ve faşizmin kurumsallaşmasının önündeki bütün engellerin ortadan kalktığı yönündedir. Çok uzunca bir süredir seçimin saray açısından bir varoluş meselesi haline geldiği, bu nedenle de sarayın seçimden galip çıkmak için her yolu deneyeceği her çeşit provokasyon, manipülasyon ve seçim hilesine başvuracağı ön görüldüğü halde, yani OHAL koşullarında adil olmayan her çeşit hile ve müdahaleye açık bir seçime girildiği ön görüldüğü halde, seçime ve sandığa güvenin ve inancın artmış olması seçim yenilgisinin ağır bir hayal kırıklığı yaratmasında etkili oldu.
Baştan söylemek gerekirse, hiç kimse bu seçimlerin eşit ve adil koşullarda gerçekleştiği ve doğal olarak halkların irade ve tercihlerinin sandığa yansıması olduğu iddiasında bulunamaz. Seçim kararı dahil olmak üzere bütün süreç baştan aşağıya şaibeli ve gayrimeşrudur. Seçimde sarayın önündeki en önemli engel olarak görülen HDP ve bileşenleri çok uzunca bir süredir ağır baskı altına alınmış, on binden fazla üye ve yöneticileri tutuklanmış, gazeteleri ve yayın organları kapatılmış, ağır polis takibi altında kriminalize edilerek çalışma imkanları daraltılmış, bir çeşit kıpırdayamaz hale getirilmeye çalışılmıştır. Cumhurbaşkanı adayı, Eş Başkanları, Belediye Başkanları rehin alınmış, bileşenleri sürekli polis operasyonları gözaltı ve tutuklama terörüyle yüz yüze bırakılmış, seçim sürecini bir çeşit elleri kolları kesik halde girmeye zorlanmıştır. Aynı şekilde bütün toplum OHAL ve uygulamalarının baskısı altına alınmış, işten atılma, sosyal tecrit ve devlet terörü tehdidi altında siyasal olarak bunaltılmıştır. Saray seçim bahçesine muhalif güllerin dikenlerini budayarak girmiştir. Böyle okunduğunda 7 Haziran-1 Kasım, 16 Nisan deneyimleri ışığında yetkileri arttırılmış ve yetkinleştirilmiş sarayın 24 Haziran’da da her çeşit yola yine başvuracağı öngörülmüştür.
Görünüşteki zafer kutlamalarına rağmen saray bu seçimden zayıflayarak çıkmış, MHP ile bir koalisyona gitmeye mecbur bırakılmıştır. Görünen olgu seçim manipülasyon ve hilelerinin esas olarak MHP’yi belirli bir yüzdelik dilimin üzerinde tutma yönünde şekillendiğidir. Sandık sonuçları sanki ince matematik hesapları sonunda gizlice tezgahlanmış bir oyunun kapıları ve duvarları halka kapatılmış YSK marifetiyle halka dayatılması gibi durmaktadır. YSK tüm geçerliliğini ve seçim yapma kabiliyetini yitirmiştir.
Seçimi ve sonuçlarını anlama çabası kaçınılmaz olarak coğrafyanın anlaşılması çabasıyla birlikte yürütülmek zorundadır. Coğrafya dendiğinde öncelikle küresel ölçekli gelişmeler, bunun bölgesel ve ulusal yansımaları birlikte ele alınacak demektir. Bu minvalde emperyalizmin yeniden paylaşım süreci bu süreçte karşı karşıya gelen güçler ve bu emperyalist çatışmanın Ortadoğu’daki yansıması, Türkiye’nin bu yansıma içindeki konumu daha önce Devrimci Parti metinlerinde ayrıntılarıyla izah edilmiştir. Türkiye Ortadoğu’da Çin-Rusya ekseniyle ABD ve müttefikleri arasındaki çatışmada oluşan boşluklardan yararlanma çizgisiyle hareket etmiş, bu bağlamda bir dönem ABD’nin arkasında yer alırken Astana süreciyle beraber Rusya ekseninde bir görüntü vermeye başlamıştır. Seçim süreci AKP politikalarının Astana ekseninden NATO eksenine kayan bir çizgi izlediğine tanıklık etmiştir. Minbiç anlaşması ve F-35 uçaklarının teslim töreni ABD ile uyumlu bir çizgiye girildiğinin göstergesi olarak okunabilir. Seçim böyle algılandığında ABD’nin AKP’ye yol verdiği iddia edilebilir. Aynı şekilde gerek uluslararası, gerekse ulusal sermayenin ve güç odaklarının Ortadoğu ekseninde hızlı hareket edebilen, yetkilerin tek elde toplandığı, başkanlık sistemi konusunda ortaklaştığı da iddia edilebilir.
Söylemek gerekirse ulusal ve uluslararası sermaye zayıf düşürülmüş, MHP ile koalisyona zorlanmış saray marifetiyle başkanlık sistemini kurumsallaştırıp kalıcı hale getirmek istemektedir.
Süreç aynı zamanda ağır bir ekonomik krizin baskısı altında işlemiştir, işlemeye devam etmektedir. Türkiye’nin özel şirketler marifetiyle uluslararası finans çevrelerine yüzlerce milyar doları bulan borçları olduğu ve giderek bu borçları ödeyemez hale geldiği bütün dünya tarafından kabul edilmektedir. Bütün finans çevreleri Türkiye’nin ağır bir krize girdiği krizden çıkış için İMF reçetelerine muhtaç hale geldiği konusunda hem fikirdir. Söz konusu reçeteler özel sektör borçlarının devlet tarafından üstlenilmesini ve faturasını halk kitlelerine ödettirilmesini esas alır. Bu fatura artan oranda iflaslar, işsizlik, vergiler ve zorunlu tüketim maddelerine yapılan yüksek zamlar, kemer sıkma politikaları, enflasyonun düşürülebilmesi için tüketimin daralması, gelir uçurumunun büyümesi, yoksulluğun ve sefaletin artması eşliğinde ödettirilir. Söz konusu politikalar kaçınılmaz bir şekilde işçi sınıfı ve yoksullaşan halk kitleleri nezdinde toplumsal hareketlerin ve karşı koyuşların büyümesi, grev ve direnişlerin yaygınlaşması, sokak eylemleri ve çatışmaların artması yönünde karşılık bulur. Sermayenin böylesi bir süreçte böylesine ağır yıkım politikalarına uygulamaya koymasının en net ve anlaşılır şekli otoriter yönetimlerdir. Bu seçim sonuçları itibariyle bir yandan uluslararası sermaye ve emperyalist güçlere kendi politikalarına uyumlu otoriter bir yönetimi diğer yandan sermaye çevrelerine IMF reçetelerini uygulayabilecek ve olası halk hareketlerini devlet terörüyle bastırabilecek faşizan bir rejimi sunmuştur. Sarayın bunlara ek olarak kendi kitlelerine düşman ilan edilen, ötekileştirilmiş Kürtler, Aleviler ve kadınlar üzerinden motive ve mobilize etme yeteneğine sahip olması sarayın tabanını da etkisi altına alan ekonomik kriz ve sermaye çıkarına çözüm politikalarının yoksul kitleler tarafından görünür hale getirilmesini de engelleyecektir.
Buradan bakıldığında 24 Haziran seçim sonuçları ulusal ve uluslararası sermayenin ve güç odaklarının istekleriyle uyumlu bir sonuç doğurmuştur. İddia edilebilir ki sandıkta değil masada bir seçim yapılmış, CHP bu seçimin sonuçlarına kabul etmeye zorlanmıştır.
Baştan söylemek gerekirse zorla dayatılan ve sarayı da aynı zor ekseninde razı olmaya getiren bu ittifak dağılmaya mahkumdur. Erdoğan’ın uzun soluklu ülkeyi yönetme şansı yoktur. Var olan hayal kırıklığı kısa sürede aşılacak ve öfkenin büyümesine yol açacaktır. Yaklaşmakta olan ekonomik krizin hızla siyasal bir krize dönüşme olanakları fazlasıyla mevcuttur. Sarayın kazanmasının hiçbir şeyi değiştirmeyeceği, rüzgarın soldan, işçi sınıfından ve ezilenlerden yana esmeye başladığı bizzat Devrimci Parti tarafından kamuoyuna daha önceden duyurulmuştur. Gelmekte olan ve solu güçlendirecek olan bu dalga hiçbir sosyalist hareketin tek başına göğüsleyip yönlendirebileceği bir dalga değildir. Sosyalist hareket seçim sürecinde saraya karşı HDP ekseninde yakalanan birlikteliği derinleştirmek ve kendini aşan bir yerden organize etmek göreviyle yüz yüzedir. Süreç sosyalist harekete, işçi sınıfı, yoksul halk kitleleriyle buluşma imkanlarını fazlasıyla sunmaktadır. CHP’ye geçmişte oy veren yoksul kitleler yüzlerini sosyalist harekete dönmüş bulunmaktadır. Bu durumun örgütlenmesinin yolu tekil sosyalist hareketleri aşan birleşik bir sinerjinin yaratılmasıyla mümkündür. Aynı durum partimize bu süreci derinleştirmek birlik ve birlikte yürüme imkanlarını arttırmak, işçi sınıfı ve sosyalizm mücadelesini güçlendirmek için yan yana geldiği çevrelerle işbirliğinin derinleştirme ve büyütme görevini vermektedir. Sarayın galibiyeti bu görevi güncelleştirmiş ve acil hale getirmiştir. Seçim sonrası şaşkınlığa düşen kitleler sosyalist hareketten kendilerini motive edecek öfkelerine isim koyacak ve politik faaliyetin sürekliliğini sağlayacak yeni bir sinerjinin yaratılmasını beklemektedir. Partimiz bütün sosyalist hareketleri bu tarihsel görevi omuzlamaya hızla birlikteliği ve yan yana gelişi derinleştirip örgütleyecek adımları atmaya çağırır.
