Mustafa Çiçek

“Açlık” – Mustafa Çiçek

ÖCALAN’A Özgürlük , Kürt Halkına Özgürlük

Açlık grevi, katılımcılarının ekonomik, sosyal ya da politik nedenlerle karşısındakilerde (ki bu genellikle hükümetler ya da devletler oluyor) farkındalık yaratma ve mevcut durumdan geri adım attırmak, sorun ya da sorunlara dikkat çekmek için yapılan bir protestodur. Tarihen genellikle toplumsal yaşamı etkileyen/belirleyen çeşitli yasaların değiştirilmesini ya da düzenlenmesini talep eden ve karşısındaki güçlere karşı şiddet içermeyen bir eylem türüdür.

Açlık grevcileriyle eylemciler, kurumsal olarak yerel yönetimler, hükümet, devlet ve onun çeşitli idari kurumlarını ve/veya spesifik olarak patron, okul yönetimine karşı benimsemedikleri bir tutumu, davranışı, yasayı, uygulamayı vs. göstermek ve hali hazırda uygulamada bulunan fiiliyatın değiştirilmesini talep etmektedirler. Yani açlık grevi eylemleri taleplerini gerçek kişilere karşı değil tüzel kişi/kurumlara karşı dikkat çekmek ve toplumda karşılık ve destek bulması için yapılmaktadır.

Bu eylemi gerçekleştiren kişiler seker, su ve tuz dışında insan vücudunun ihtiyaç duyduğu diğer besin maddelerini almayı reddederek süreli ya da süresiz “aç kalma hakkı”nı kullanmaktadırlar. 1991 yılında kabul edilen Malta Bildirgesine göre “zihinsel olarak ehliyetli ve kendi iradesiyle açlık grevine karar vermiş kişilerin belirli bir zaman için yiyecek ve/veya sıvı almayı reddetmesi” şeklinde tanımlanmaktadır. Eğer eylemci su dâhil bütün besin maddelerini almayı bırakarak eylemine devam ederse, açlık grevi artık ölüm orucuna dönüşmüş demektir.

Tarihte açlık grevleri çoğunlukla cezaevlerinde ve genellikle de siyasi tutsaklar tarafından gerçekleştirilmiş olmakla birlikte, yine cezaevlerinde adli / kriminal suçlardan tutsak edilmiş insanlar tarafından da insanlık dışı cezaevi koşullarının iyileştirilmesi, hukuki yardımların sağlanması, tecrit koşullarının sonlandırılması gibi taleplerle gerçekleşmiştir.

Örneğin 20. yüzyıl başlarında Birleşik Krallıkta ve ABD’de, Süfrajet olarak adlandırılan ve genellikle orta sınıftan gelen dönemin radikal kadın hakları savunucuları, kadınların seçme ve seçilme hakları için çok kez açlık grevleri yapmışlardır. Yine Birleşik Krallık sömürgeciliğine karşı İrlandalıların direniş tarihi açlık grevleriyle doludur. 1917 yılında İrlandalı cumhuriyetçilerin cezaevinde yaptığı açlık grevi İngilizlerin sert fiziki müdahalesi ve zorla yemek yedirilmesi sonucu ölümle sonuçlanmıştır. 1920 yılında 79 gün ve 94 gün süren açlık grevleri de ölümlerle sonuçlanmıştır. 1923 yılında İrlanda iç savaşından sonra Bağımsız İrlanda tarafından uygulanan baskı ve gözaltılar karşı 8.000 IRA üyesi tutsak açlık grevi eylemi yapmış, 1940 yılında 3, 1981 yılında 10 IRA üyesi tutsak açlık grevi eylemi esnasında hayatını kaybetmiştir.

İngiliz sömürgeciliğine karşı başka bir coğrafyada, Hindistan’da direnenler açlık grevi eylemini bir protesto biçimi olarak kullanmışlardır. Mohandas Karamcand Gandi Hindistan Bağımsızlık Hareketinin siyasi ve ruhani lideri olarak bilinir ki, Gandi 1922, 1930, 1933 ve 1942 yıllarında defalarca hapsedilmiştir ve İngiliz sömürgeciliğine karşı Hindistan’ın bağımsızlığı için açlık grevi yapmıştır. Gandi’ye göre açlık grevi “mesajını istediği kesimlere iletebilmenin şiddet içermeyen ve etkili bir yoludur.”

Birçoğumuzun yakından bildiği Bolivya’nın ilk yerli devlet başkanı olan Evo Morales 2009 yılında seçim yasasının onaylanması için bir açlık grevi yapmıştı. Referandumda halkın kabul ettiği değişikliklerin parlamentoda kabul edilmemesini protesto etmiş ve eylemin 5. gününde değişiklikler için anlaşma sağlanmıştı.

1987 yılında burjuvazi tarafından terörist bir grup olarak kabul edilen Tamil Kaplanları’nın taleplerinin (gözaltındaki Tamillerin serbest bırakılması, kolonizasyonun sona erdirilmesi, Tamil bölgelerinde yeni polis karakollarının kurulmasının durdurulması ve tarafsız Barış Gücü kurulması) kabul edilmesi ve yerel, ulusal ve uluslararası alanda farkındalık yaratmak için açlık grevi yapılmıştır. İspanya’da Grapo (1 Ekim Anti-Faşist Direniş Grupları) üyesi yaklaşık 60 tutsak 1989 yılında cezaevi koşulları ve sürgünlere karşı açlık grevi yapmışlardı.

ABD’de, Guantanamo’da, Çin’de, Tibet’te, İran, Irak, Almanya, Kazakistan, Kırgızistan ve dünyanın daha birçok farklı bölgesinde, birbirinden çok farklı talepler için olsa da, genellikle toplumsal ve kolektif talepler için insanlar ellerinde kalan tek varlıkları olan canlarını ölüme yatırarak insanlık için mücadele etmişler ve etmeye devam ediyorlar.

Türkiye ve Kürdistan demokrasi, özgürlük ve sosyalizm mücadelesi tarihi de birbirinden farklı eylemlerle birlikte katliamlara dönüşen açlık ve ölüm orucu direnişi örnekleriyle doludur.

1938’de Nazım Hikmet isyana teşvik suçlamasıyla toplam 35 yıl hapis cezasına çarptırılır. Yaklaşık 15 yıl mahpus olduktan sonra serbest bırakılması için yaptığı başvuru reddedilince 1950 yılında Bursa Cezaevi’nde açlık grevi yapar.

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, idamlarından önce Mamak Askeri cezaevinde 12 gün açlık grevi yapmışlardı. Yine 12 Eylül askeri darbesi ve onu takip eden 80’li yıllar boyunca Türkiye ve Kürdistan’ın birçok cezaevinde siyasi tutsaklar çeşitli talepler için açlık grevleri yapmışlardır. 12 Eylül Darbesi’nden sonra ön plana çıkan ve dünyanın en kötü şöhretli 10 cezaevinden biri olarak anılan Amed Cezaevi de bu konuda unutulmayacaklar arasında yer almaktadır. Bu yıllarda yapılan işkenceler sonucu 34 tutsak hayatını kaybetmiştir. Darbe zamanında Metris, Mamak, Amed cezaevlerinde, 1984 yılında yaklaşık 400 siyasi tutsağın başlattığı ve 45. gününden sonra ölüm orucuna dönüşen eylemlerde genellikle cezaevi koşullarının düzeltilmesi, işkence ve kötü muamelenin son bulması, tek tip elbise dayatmasının kaldırılması gibi taleplerin sıralandığı bu eylemde 4 tutsak hayatını kaybetmişti ve tek tip elbise dayatmasına son verilmişti. 1987 yılında Sağmalcılar cezaevine 50 siyasi tutsağın başlattığı açlık grevi eylemi tüm ülke cezaevlerine yayıldıktan sonra taleplerin karşılanması üzerine sonlandırılmıştı. 1988 yılında Amed cezaevinde bir tutsak açlık grevi sırasında hayatını kaybetti.

1996 yılında çıkarılan yeni cezaevleri kanunlarını protesto etmek için ilk başta Amed Cezaevindeki PKK’li tutsakların başlattığı ve tüm ülke cezaevlerine yayılan ve toplam 2174 siyasi tutsak açlık grevi ve 355 tutsak ölüm orucuna başladılar.

Sonraki kitlesel cezaevi açlık grevi ise 2000 yılında F-Tipi cezaevlerine karşı gerçekleştirildi. Açlık grevi olarak başlayan eylem yaklaşık bir ay sonra ölüm orucuna dönüştü ve devletin alçakça saldırıları sonucu birçok kalıcı sakatlanmalar ve ölümlerle sonuçlandı.

Tecrit evleri olarak inşa edilen F-Tipi cezaevlerine karşı sürdürülen açlık grevleri ve bugün de zaman zaman sürdürülmektedir.

Açlık ölümcüldür, insanı yavaş yavaş ve acı çekerek öldürür. “Peki, bu kadar insan neden böyle bir eylemi yapar?” diye soranlar her zaman olmuştur! Bir insanın kendini adım adım ölüme yaklaştıran bir eylemi yapma kararının gerekçeleri içerisinde ikna edici tek gerekçe, yaşanılan koşulların katlanılabilir bir tarafının kalmamış olmasıdır. Açlık grevi yapmak, böylesi insanlık dışı koşullar altında yasamaktan daha katlanılır bulunmaktadır. Bir insan yaşamında söylenebilecek sözlerin, atılabilecek adımların en sonudur açlık grevi. Yaşamayı ve her şeyden önemlisi birlikte ve insanca yaşamı sevmenin bir başka adıdır insanların açlık grevi yaparak göstermek istedikleri farkındalık. Yani sadece kendileri için değil, hepimiz için, kolektif talepler için aç kalmak ve ölümü her an hissetmek. Bu his öyle kolay tanımlanabilir bir hissiyat değil, insanlığın kurtuluşu mücadelesinde bu büyük bir değerdir.

Tecrit içinde tecritte uygulasalar Öcalan, Kürt Halkının temsilcisi olmaya devam edecek.

Bugünse açlık grevleri yeniden Türkiye ve Kürdistan’ın gündeminde yerini almaya devam ediyor. Barış görüşmelerinin 2015 yılında devlet tarafından terkedilmesinden beri yaklaşık 3 yıldır Kürt halkının temsilcisi ada hapishanesinde tecrit altındadır. Yani bir halk, dört parçaya bölünmüş bir ülkenin,  Kürt halkının büyük kesiminin temsilcisi Abdullah Öcalan’ın şahsında tüm dünyadan tecrit ediliyor ve bu insanlık dışı uygulamaya karşı yaprak kımıldamıyor. Öcalan’a uygulanan tecritle, bir halkın en demokratik kolektif haklarının kazanılması tecrit edilmeye çalışılıyor. Buradan su tespiti yapmak yanlış olmayacaktır; Öcalan’ın özgürlüğü Kürt Halkının özgürlüğü anlamına gelmektedir.

DTK eş başkanı ve Hakkâri milletvekili Leyla Güven bu duruma daha fazla sessiz kalınamayacağını belirterek Öcalan üzerindeki insanlık onurunu zedeleyen bu insanlık dışı tecrite dikkat çekmek amacıyla açlık grevine başlayalı 65 gün oldu ve hayati tehlike sınırına doğru yaklaşmış durumda.  Burjuva demokrasisinin kendi kuralları çerçevesinde dahi -bakınız Mandela Kuralları- Güven’in tutukluluk hali ve Öcalan’a uygulanan tecrit suç teşkil ederken ve dünyanın dört bir yanından parlamenterlerin ve insan hakları savunucularının çağrılarına rağmen faşist Türk devleti hiçbir adım atmayarak Leyla Güven’in durumunu görmezden geliyor.

Meşru ve özgürce protesto koşullarının olmadığı baskıcı, otoriter toplumlarda açlık grevi gibi eylemler oldukça ses getirebilen eylemlerdir. Çünkü insanların -özellikle tutsakların- ellerindeki düşünce ve ifade etme ve örgütlenme haklarının ellerinden alınmış olduğu koşullar altında seslerini duyurabilecekleri pek fazla alternatif kalmadığı görülmelidir.

Leyla Güven’in açlık grevine başlamasıyla birlikte birçok cezaevinden 150’ye yakın siyasi tutsak destek amaçlı açlık grevlerine başladılar ve bu grevler yayılmaya devam ediyor. Kürt halkı sadece cezaevlerinde değil dışarıda da dikkati ve algıyı çoğaltmak için açlık grevlerini sürdürüyorlar. Türkiye ve Kürdistan dışında da dayanışma grevleri yapılmaya başladı ve yayılıyor. Yine Fransa’nın Strasburg kentinde Avrupa Kürt Demokratik kurumlarından 15 devrimci ve demokrat-yurtseverin süresiz açlık grevi 27. gününde.

Açlık grevleri demokratik ve kolektif haklar için mücadele yöntemlerinden bir tanesiyken, tek başına açlık grevleri demokratik değişimin ve dönüşümün sağlanması, devletin geri adım atması için yeterli olmamıştır/olmayacaktır. Bu nedenle başta Kürt Halkı ve onun siyasi temsilcileri ve Türkiyeli enternasyonalist komünistler, eşitlikten yana gerçek demokratlar ve tüm insan hakları savunucuları Türkiye ve Kürdistan’ın her yanında Abdullah Öcalan üzerindeki tecrite karşı sokaklara çıkmalıyız.

Faşist sömürgeci Türk devletinin bütün baskılarını karşı Leyla Güven’in direnişini sokaklarda selamlayarak ve bir parçası olarak durdurabiliriz. Mücadelenin bir ayağı sokakta olduğu sürece, savunma psikolojisinden çıkıp küçük kararlı ve kolektif adımlarla devleti sıkıştırmaya başladığımız zaman tutsakların direnişleri yalnız kalmayacaktır ve devletin zulmüne karşı uzun zamandır kaybetmeye başladığımız moral üstünlüğümüzü yeniden kazanabileceğiz. Herkesin tek tek birey olarak ve bir siyasi organizasyonun içinde kolektif olarak yapabileceği bir şeyler mutlaka vardır. Her demokrat, devrimci, yurtsever ve komünist birey ve siyasi organizasyonlar, kendilerini nerede ve nasıl tanımlıyorlarsa, bu özgün tanımlamalarına uygun eylem ve etkinlikleri sokakla bütünleştirme çabasında olmalıyız.

Paylaşın