İsrail’de yayınlanan Haaretz gazetesinin kulağı delik “savunma” editörü Amos Harel, dün yayınlanan yazısında “İsrail seçimi sonuçlandı, Netanyahu kazandı” ama diyordu, “ABD’den İsrail’e hediyeler gelmeye devam ediyor.” (For Israel, Trump’s Iranian Policy Is a Gift That Keeps on Giving, April 24)
Harel “ABD’den İsrail’e gelen hediyeler” derken, ABD’nin İran Devrim Muhafızları’nı “terör örgütü” olarak kabul eden kararını ve İran’ın petrol ihracatını baltalamaya yönelik olarak alınan yaptırım muafiyetlerinin kaldırılması kararına işaret ediyordu.
ABD’nin “İran’ı sınırlama” adı altında yürüttüğü “İran’a maksimum baskı” politikası son birkaç ayda alınan yeni kararlarla sıkılaştırılıyor ve bu gelişmelerin en büyük kazananı kuşkusuz İsrail. Bu o kadar öyle ki, Trump’ın Golan’da İsrail egemenliğini resmi olarak tanıma kararının ardından, İsrail Başbakanı Netanyahu Golan’daki korsan İsrail yerleşim birimlerinden birine Trump ismini verdiklerini açıkladı.
Golan kararı, kendi hacmini aşan bir sembolizmle yüklüydü. Bu kararın, Batı Şeria’nın İsrail tarafından ilhakına giden yolu açacağı öngörülüyordu. İsrail seçimlerinden bir hafta önce, Netanyahu bu yönde bir hamleye hazırlandıklarını ve bu hamleyi ABD yönetimiyle koordinasyon içinde yapacaklarını söyledi. ABD yönetimini Golan kararına ikna etmek için 2 yıl çalıştığını söyleyen Netanyahu, Batı Şeria’nın ilhakı için biraz zamana ihtiyaç duyduklarını belirtiyordu.
İki yıldan beri ABD yönetiminin Ortadoğu masası tarafından kapalı kapılar ardında pişirilmekte olduğu söylenen “asrın anlaşması” olarak kodlanan “İsrail-Filistin anlaşmasının” içeriği adeta bir sır gibi gizli tutulurken, ABD yönetiminin arka arkaya aldığı kararlar pişirilmekte olanın niteliğine dair çok şey anlatıyordu.
İşbirlikçi Filistin yönetiminin dahi yeni bir “savaş ilanı” saydığı bu anlaşma planının yakında kamuoyuna açıklanacağı son haftalarda daha fazla dillendiriliyor. ABD yönetiminin “anlaşma planını” açıklamak için yeni İsrail hükümetinin kurulmasını ve ramazanın geçmesini beklediği çeşitli kaynaklarda ifade edildi.
Beş yıldır Fransa’nın ABD Büyükelçisi olarak görev yapan Gerard Araud görevinden ayrıldı ve Fransa’ya dönmezden önce Amerika’da yayınlanan Atlantic adlı dergiye konuştu. Araud, konuşmasında İsrail’i “bir Apartheid devleti” olarak tanımlayıp, İsrail devletinin ırk ayrımcılığı üzerine inşa edildiğini söylediği için Atlantic’teki söyleşi hızla gündemin baş sırasına yerleşti.
Araud’un sözlerine ABD ve İsrail’den sert tepkiler gelmekte gecikmedi. Arnaud’un söyleşide ABD yönetiminin “anlaşma planına” dair söyledikleri ise “bomba etkisi” yaptığı iddia edilen İsrail devleti hakkındaki sözlerinin gölgesinde kaldı. Araud, pişirilmekte olana dair birinci elden bilgilere sahipti ve söyleşide bunları dile getirmişti.
Araud, ABD yönetiminin “anlaşma planının” 50 sayfalık bir metinden oluştuğu bilgisini veriyor; anlaşma planının mimarının Trump’ın damadı Jared Kushner olduğunu, kendisinin de görevde olduğu süre içinde Kushner’le yakın temas kurduğunu aktarıyor. Araud, “asrın anlaşmasının” % 99 başarısız olacağını iddia ediyor.
Araud, ABD yönetimi ve Kushner’in “çok İsrail yanlısı” olduğunu belirtiyor ve oluşan güç orantısızlığı nedeniyle İsrail tarafının Filistinlilere “hiçbir taviz vermeye yanaşmayacağını” belirtiyor. Araud, Kushner’in tarihi bilmediğini, konuyla ilgili olarak kimin haklı kimin haksız olduğuna hiç bakmadan anlaşmanın gerçekleşmesi için bir an önce bir yol bulmaya çalıştığını ileri sürüyor.
Araud’a göre, Kushner bir konuyu çok ihmal ediyor ve kendisi ihmal edilen konuyu şöyle açıklıyor: “Eğer Filistinlilere teslim olmak ya da intihar etmek gibi iki seçeneği dayatırsanız; onlar ikinciyi seçecektir.” Konuya vakıf ve planı hazırlayan temel aktörlerle yakın çalışmış bir Fransız emperyalizmi temsilcisinin “asrın anlaşması” hakkında verdiği bilgiler böyle. Kushner’in ABD’deki etkili İsrail lobisine çok yakın bir isim olduğunu ve ailesinin İsrail Silahlı Kuvvetleri’ne 325 milyon dolar bağış yaptığını ABD basını defalarca yazdı. Kushner ailesi, Filistin’deki işgalci İsrail yerleşimlerinin de önde gelen finansörlerinden.
Bu niteliklere sahip aktörlerin pişirdiği “asrın anlaşmasının” başka türlü olması zaten beklenemezdi. Kuşkusuz ki, bu noktada şaşırtıcı olan hiçbir şey yok. Haaretz’in konuyla ilgili bir başka geniş haberinde Amir Tibon, ABD yönetiminin Filistinlilerin planı kesin olarak reddedeceğini ancak Arap ülkelerinin plana uygun hareket edeceğini öngördüğünü yazdı. Hem ABD yönetimiyle hem de AB ve Arap ülkeleri yetkilileriyle yaptığı görüşmelerden edindiği bilgilerle yazan Tibon, ABD yönetiminin Filistin Başkanı Abbas’ın “anlaşma planı” karşıtı pozisyonu ve bu pozisyonunu Arap ülkelerine yaymak için yürüttüğü faaliyetlerden son derece rahatsızmış.
ABD yönetiminden yetkililer Tibon’a “anlaşma planına” Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin sunduğu güçlü destekten memnuniyetlerini belirtirken, Mısır ve Ürdün’ü anlaşmaya ikna etmek için de bu ülkelerin nüfuzunu harekete geçirdiklerini ifade etmişler. Tibon ABD yönetiminin, İsrail Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararına yönelik Arap tepkisinin cılızlığını ve Arap ülkelerinin sunduğu bölünmüş ve dağınık görüntüyü bir işaret olarak kabul ettiğini ve “anlaşma planına” yönelik Arap tepkilerinin de sınırlı kalacağına inandıklarını belirtiyor.
Konuyla ilgili tartışmaların artmasıyla birlikte, 23 Nisan’da bir konuşma yapan Jared Kushner, İsrail-Filistin barış müzakerelerinin geçmişini gözden geçirdiklerini, başarısızlığa yol açan etkenleri dikkatle ele aldıklarını ve bu tecrübelerden çıkardıkları derslerle yeni planı hazırladıklarını belirtti. “Yeni yollar bulmalıyız, eski yollardan bir olumlu sonuca ulaşmak mümkün değil” diyen Kushner, “iki devletli çözüm modeli” hakkındaki bir soruyu, “eski tartışmalar ve başlıklarla bir yere varılamaz”, “bunları geride bırakmak zorundayız” sözleriyle yanıtladı. Hazırladıkları planın “İsrail’e güvenlik, Filistinlilere ekonomik fayda” temeline dayandığını belirten Kushner, umutlu olduğunu dile getirdi.
ABD’nin İsrail Büyükelçisi David Friedman, büyükelçilik görevine başlamazdan önce Filistin’deki işgalci İsrail yerleşimlerine ABD’den mali ve politik destek sağlayan kurumların çatı örgütünün başkanlığını yapıyordu. Yeni “anlaşma planının” Kushner’le birlikte mimarı olduğu belirtilen Friedman’ın konuyla ilgili açıklaması biraz daha netti. Friedman İsrail’in güvenlik ihtiyacına dikkat çekti ve “İsrail güvenliği için Batı Şeria üzerindeki kontrolünü sürdürecek, Filistinliler için sınırlı bir otonomi söz konusudur” dedi.
Pişirilmekte olanın ne olduğu başından beri belliydi ve bunu en açık ifade eden Trump’ın en son Venezüela dosyasının başına getirdiği faşist Elliott Abrahams’tı. Trump’ın ABD Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararının ardından Haaretz’e yazan Abrahams, o günlerde Trump’ı Kudüs konusunda Filistin ve Arap şantajlarına boyun eğmediği, şantaj yapanları aşağıladığı ve sağlam durduğu için coşkuyla kutluyordu. Ona göre, bunlar Arap ve Filistinlilerin şiddetle karşı duracağı tahmin edildiği için uygulanmakta geç kalınan doğru kararlardı. Abrahams, “Trump kendi barış sürecini sabote etmiyor, ona zemin kazandırıyor” diyor ve “İsrail-Filistin barışı” adı altında süslenen şeyin gerçekte Filistin halkını köleleştirmeyi, elde etmiş olduğu kazanımları da geri çevirmeyi hedefleyen bir proje olduğunu açık biçimde ortaya koyuyordu.
Gerek İran’ı sıkıştırma hamlelerinin ulaştığı boyutlar gerekse de Filistin halkına “teslim olma ya da intihar etme” seçeneklerini sunacak “asrın anlaşması” yaz aylarında Ortadoğu’da sarsıcı gelişmelerin yaşanma olasılığının yükseldiğine işaret ediyor. Amerikan emperyalizminin bölgeyi bütünüyle bir yangın yerine çevirme potansiyeline sahip pervasız politikaları Ortadoğu halklarında öfkeyi ve direnme azmini de besliyor.